FİLMİN ADI: THE LOST DAUGHTER-KARANLIK KIZ (2021)
TÜR: PSİKOLOJİK DRAM
YÖNETMEN: MAGGİE GYLLENHAAL
KONU: Edebiyat profesörü Leda, tek başına bir Yunan adasında tatil yaptığı sırada kalabalık bir aile ile karşılaşır. Ailenin küçük kızının kaybolmasıyla Leda’nın kendi çocukları ile ilişkisine dair anıları canlanmaya başlar.
Bu olaylar silsilesi ve canlanan anılarla film bize “eğer, iki çocuk evlenir, çocuk sahibi olurlarsa nasıl hayatları olur?” çok açık bir şekilde anlatıyor.
Film, Leda’nın ıssız ve sakin bir plajda, deniz ve güneşin keyfini çıkartırken başlıyor. Bir süre sonra kalabalık ve gürültücü bir ailenin plaja gelmesiyle Leda’nın keyfi kaçıyor. Gelen ailenin davranışlarından ve birbirleriyle olan ilişkilerinden oldukça çocuksu, dürtüsel, başkalarını görmeyen, sınır problemleri olan bir aile olduklarını anlıyoruz. Leda plaja geldikleri andan itibaren aile üyelerinden genç ve güzel anne Nina’yı fark ediyor ve onu izlemeye başlıyor. Nina; kılığı kıyafeti ile küçük bir kız çocuğu olduğunu, görülmek, beğenilmek istediğini ve dürtü uyandırmaktan rahatsızlık duymadığını, yatırımının daha çok kendi bedeninde olduğunu ve dövmeleri ile kendine dönük öfkesinin olduğunu düşündürüyor bize. Kızı Elena ile ilişkisinde kızını anlamakta, onunla ilişki kurmakta ve ihtiyaçlarını görmekte oldukça aksadığını görüyoruz. Elena da kendi oyuncak bebeğini kendiyle özdeşleştirerek, aslında onu yedirirken, uyuturken, hastayken ilgilenirken kendi alamadığı anneliği bebek üzerinden kendine yapmaya çalışıyor gibi görünüyor. Daha sonra küçük kız kendi başına dolaşırken kayboluyor ve bu kargaşada Leda, küçük kızın oyuncak bebeğini çalıyor.
Bu olaydan sonra Leda’nın kendi çocuklarıyla ilgili anıları canlanmaya başlıyor. (Canlanan anılarında kızları Bianca 7, Martha 5 yaşındadır.) Kendi kızının kaybolduğu, kendisinin de Elana’nanınkine benzer bir bebeği olduğu ve onu kendi parçası yaptığı, annelik yaparken Nina’da gözlemlediği gibi çocuklarını taşımakta ve çocukla ilişki kurmakta zorlandığına dair birçok anısı canlanıyor. Leda için Nina’yı dikkate değer kılan ana nokta kendisini hatırlatması olabilir.
Canlanan bu anılarla birlikte Leda’nın asıl yatırımının işine olduğunu, çocuklara onlara vermek zorunda kaldığı için çok öfkeli olduğunu, onları sevmekte zorlandığını anlıyoruz. Çocukları “yıkıcı sorumluluklar” olarak tanımlaması, kendi ihtiyaçlarının her şeyin önüne geçtiğini ve esasında kendisinin almaya çok ihtiyaçlı olduğunu, sanki hayat ona borçluymuş da çocuklar onun hakkını-hayatını çalıyormuş gibi hissettiğini düşündürüyor. Annesiyle olan anılarında annesinin iyi, güzel parçalarını kendine sakladığı-sanki esirgeyen kötü anne gibi-, kendisine kötü, iğrenç parçalarını verdiğini anlatması aslında, annesiyle ilişkisinin öfke içeriğinin yüksek olduğunu, içinde iyilik ve sevginin oluşmasına yetecek annelik almadığını, bu yüzden almaya çok ihtiyaçlı olduğunu ve vermek istemediğini anlıyoruz.
İnsan ancak aldığı annelik-babalık kadar kendisine ve çocuklarına annelik-babalık yapabilir ve büyüyebilir. Bu durumda Leda’nın ve Nina’nın fazlasıyla çocuksu yapıları net olarak anlaşılır oluyor. Ebeveyn olmak, kendi nefsini geriye çekmeyi ve çocuğun iyiliğini ön planda tutmayı gerektirir. Burada kendileri ve çocuklarıyla kurdukları ilişkiden annelik kapasitelerinin yeterli miktarda olmadığını, narsistik ihtiyaçlarının onları yönettiğini ve annelikten düşüp daha çok bakıcı veya abla olabildiklerini görüyoruz. Fakat buradaki tek sorun Leda’nın çocuksu yapısı değil, bu problemi benimsemiş olması ve değiştirmek için hiçbir gayretinin olmamasıdır. Herkesin annesiyle ilgili az-çok problemleri ve öfkesi vardır. Bunların kaderimizin bir parçası olmaması için bu problemlerle yüzleşebilmek ve bunların hayatımızın bir parçası olmaması için davranışlarımızda ciddi bir disiplin gereklidir. Leda, kendi annesiyle ilgili problemlerini ondan uzak durarak ve görüşmeyerek halı altına süpürmüş. Gerekli olan yüzleşme yaşanmadığı için, çocuklarını terk etmesi, Elena’nın bebeğini çalması gibi davranışlarının ne gibi bedelleri olabileceğini, nasıl bir etki yaratabileceğini düşünmeden ve umursamadan davranabilmektedir.
Leda da genç yaşta evlenip 2 kız çocuğu sahibi olmuş. Eşiyle birbirlerine neden ve nasıl yöneldiklerini bilmiyoruz, ama bize gösterilen zamanda aralarında gerçek bir karıkoca ilişkisinden çok işbirliği ile çocuklara bakmaya çalışan bir çift olduklarını görüyoruz. Adamın ereksiyon problemi olması karısını anneleştirdiğini ve sadece onu memnun etmeye çabalayan, ona uyumlanan bir adam olduğunu düşündürüyor. Hayatın altından kalkmakta zorlandığını, iyi bir savaşçı olmadığını, eril enerjisinin yeterli olmadığını ise karısıyla ve hayatla olan ilişkisinden anlıyoruz. Aile sistemi küçük ve zayıfın korunduğu, güçlü olanın kendi nefsini geriye çekebildiği bir sistemdir. Burada çoğu zaman çocukların anne-babalarının ihtiyaçlarına duyarlı olmalarının beklendiğini, anne-babanın çıkarlarının ve iyiliğinin ön planda olduğunu görüyoruz. Biz biliyoruz ki, ilişkiler (tencere yuvarlanır kapağını bulur) tencere ve kapaktır. Dolayısıyla sistemin böyle oluşmasında kadının olduğu kadar adamın da doğruda duramaması, onun da çok çocuksu olmasının payı vardır.
Filmin sonunda Nina ve Leda arasında geçen sahnede Leda, günlerce sakladığı, temizleyip, yeni kıyafetler aldığı bebeği ona geri veriyor. Sanki oyuncak bebeğe yapılan anneliği beğenmeyip, kendince daha iyisini yaptığını düşünüp teslim ediyor. Burada Leda’nın ne kadar kendi merkezli olduğu, onca zaman çocuğun bebeği olmadan ne kadar zorlandığını umursamadan davranabildiğini görüyoruz ve Nina’nın öfkesine maruz kalarak karnından şişleniyor, Leda belki de ilk defa burada bir bedel ödüyor.