Odak Danışmanlık Film Analiz Grubu
FİLMİN ADI: THE WHITE RIBBON (BEYAZ BANT) (2009)
TÜR: PSİKOLOJİK DRAM
YÖNETMEN: MICHAEL HANEKE
OYUNCULAR: CHRISTIAN FRIEDEL, ERNST JACOBI, LEONIE BENESCH
KONU: Almanya’nın 2. Dünya savaşı sırasında yaptığı katliam karşısında bütün dünya şok olmuştu. Bu film “Alman toplumu bu zalimliği nasıl yapabildi? İnsanlık kültürüne bu kadar fayda sağlayan bir toplum nasıl bu hale dönüştü? Nasıl oldu da medeni bir toplum bu hale geldi?” sorusuna bir cevap niteliğindedir.
Kuzey Almanya’da küçük bir kasabada gerçekleşen tuhaf ve ürkütücü olayları ele alan Beyaz Bant filminde yaşanan olaylar kasaba öğretmeninin gözünden anlatılmaktadır. Filmde anlatılanlar suçlunun bulunamaması ve belirsizliklerin korunmasıyla devam etmektedir. Filmde asıl anlatılmak istenen suçu işleyenin kim olduğu değil toplumda nasıl bir tepki uyandırdığıdır. Öne çıkan karakterler; Doktor, Baron ve Papaz gibi görünse de filmdeki asıl karakterler çocuklardır.
Bu filmde adı ‘aile’ olan, en zayıfın korunduğu gerçek aile sisteminde olması gerekenin aksine en çok en zayıfa yüklenilen ve hatta var olan öfkenin çocuklar üzerinden hayata sokulduğu bir sistemi görüyoruz. Anne-baba ve çocuklar arasında katı ve tamamen kuralcı bir ilişki olduğunu görüyoruz. Bunu en net şekilde, kendisine vuracağını ve canın yanacağını bilmesine rağmen Martin’in babasına kendi elleriyle sopayı verdiği sahnede görürüz. Martin, kendisine uygulanan şiddeti benimsemiştir.
Bir insanın ilk sosyal ortamı, annesinden başlayarak babanın, kardeşin vd. katıldığı ortamdır. Anne babanın özellikleri yaşadıkları toplumdan bağımsız değildir. Her dönemin bir frekansı vardır ve bu frekans aile ortamına yansır. Aile ortamına yansıyan bu frekans doğal olarak çocuk tarafından da benimsenir. Çocuk, topluma katıldığında benimsediği bu frekansa uygun davranışları sergiler. Bu filmde ailelerin çocuklarına karşı sergiledikleri tavırların Nazi Kamplarını kuracak insanların yetişmesine adım adım nasıl zemin hazırladıklarını net bir şekilde görüyoruz.
Filmdeki ailelerin hepsi çocuklarına kendi yöntemleriyle terbiye veriyor ancak bunu yaparken çocukların hakikatlerini görmezden gelerek yok sayıyorlar. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki bu kadar örtük-açık şiddete, kıyaslanmaya, hakikatinin yok sayılmasına maruz kalan çocuklar ileride hayatlarında çok acı çekerler ve ailelerinden aldıkları davranış örüntülerini kendi hayatlarında ve kendi kurdukları ailelerinde de devam ettirirler.
Filmde çocukların problemleri ebeveynleri tarafından şiddet kullanarak çözülüyor, çocuklar da kendi hayatlarındaki en ufak problemi çözmek için şiddete başvuruyor. Bunu net olarak şu sahnede görebiliyoruz: Peder kızını (Clara) sınıfta azarlayarak küçük düşürdükten sonra, Clara babasına duyduğu öfkeyle onu cezalandırmak için babasının duygusal bağ kurduğu kuşuna zarar veriyor. Bu sahnede çocukların, ebeveynlerinin sorunları şiddetle çözme yolunu benimsediklerini ve kendi sorunlarını çözmek için de aynı yolu kullandıklarını görüyoruz. Bir diğer sahnede çocukların, Ebenin engelli çocuğuna karşı davranışlarında birikmiş olan öfkelerini kendilerinden daha güçsüz birini bulduklarında hiç tereddüt etmeden nasıl hayata sokabileceklerini net olarak görüyoruz.
Çocuklar yer yer fiziksel şiddete, yer yer utandırılmaya ve yer yer kıyaslanmaya maruz kalıyor. Gerçek hayatta fiziksel şiddet görünür olduğu için hepimiz buna müdahale etmekte ve önlem almakta gecikmeyiz, ancak örtük şiddet bu netlikte ve hızda görülür olmaz. Bu filmde örtük şiddetin de en az fiziksel şiddet kadar zarar verici olduğu gözler önüne seriliyor. Filmdeki beyaz kurdele aslında çocuğun toplum içinde utandırılmasının simgesidir.
Filmde çocukların birbirleriyle çok fazla kıyaslandığını görüyoruz. Çocukları birbiriyle kıyaslayarak yetiştirmek çocuklarda çok büyük bir haset potansiyeli oluşturur, çocuğun içinde oluşan haset duygusu ise onun başkalarını sevemeyecek ve başkalarının iyiliğini isteyemeyecek hale gelmesine neden olur. Bu sebeple kıyaslanmak çocuğun hayatında derin izler bırakacağı için çocuğu başkalarıyla kıyaslamak da bir örtük şiddettir. Filmde hasedi en net olarak Baron’un oğlunun elindeki flütü aldıktan sonra onu gölete attıkları sahnede görürüz.
Film bize çok çarpıcı bir şekilde şunu gösteriyor; şiddet illa gözle görülür ve duyulur olmak zorunda değildir, örtük şiddet de en az açık şiddet kadar zarar vericidir. Filmin içeriği sayesinde uygulanan örtük şiddet çocukların yaptıkları ile görünür hale geliyor. Çocukların filmde birbirlerine yaptıkları zorbalıklarda öfke, haset gibi ham duygular görünür hale geliyor. Çocuklar bir hata yaptıklarında aileleri tarafından muazzam bir cezaya maruz kalıyorlar ve yaptıkları ile maruz kaldıkları cezalar arasında oldukça fazla dengesizlik var. Çocuklar sık sık bunlara maruz kaldıkları için kendilerince bir hata gördüklerinde en ağır şekilde cezalandırmayı normalmiş gibi algılıyorlar ve kendilerine de bunu hak görüyorlar. Bilindiği üzere Zalim-Mağdur arasındaki ilişkide zalimliğe maruz kalan mağdur kişi, ileride aynı şartlar ve aynı güç kendi eline geçtiğinde zalim rolüne bürünme olasılığı yüksektir. Filmde Yahudileri zalimce katleden, buna göz yuman veya destek olan insanların nasıl bir arka planları olduğu, nasıl yetiştikleri ve nasıl bu kadar zalim olabildikleri tartışma konusudur. Örneğin; filmde kızını taciz eden, birlikte olduğu ve çocuklarına bakan kadına ayrılık aşamasında korkunç şeyler söyleyen doktor da bunları yaptığı kişileri hisleri olan insanlar olarak algılamıyor ve onları nesneleştiriyor, böylece Yahudi soykırımının toplumsal temelleri oluşuyor. Yahudilere karşı yapılanların toplum tarafından meşrulaştırılması için öncelikle insanın canlı, duyguları olan bir varlık olarak değil bir nesne gibi algılanması gerekir. Böyle olunca ötekileştirdiğimiz kişiye zarar vermek bizi rahatsız etmez.
Bu film sayesinde şunu söyleyebiliriz; aslında Yahudilere bu işkenceleri uygulayan kişilerin filmdeki gibi ailelerde yetiştiğini ve kendi çocukluklarında maruz kaldıkları cezalandırıcı davranışları Yahudiler üzerinde uyguladığını söyleyebiliriz.