ANALİTİK ALAN 2

Eyl 27, 2023

16.02.2023

Hafta 2

Analitik alan nelerden oluşur? Böyle bir şeyi ne oluşturur? İlk bakışta, şeylerin söylendiği ve dinlenildiği, diğer bazı şeylerin ise sözsüz bir şekilde iletildiği ve alındığı bir iletişim alanıdır. Liberman’ın da işaret ettiği gibi (1962), hastadaki içsel iletişimin (intrapsişik) engelleriyle birlikte, alandaki kişilerarası (interpersonel) iletişimde yeniden üretildiğini düşünmek mantıklıdır. Aynı şey analist için de söylenebilir.

Alan, her iki merkezle, analist ve hasta, iletişimin etkileşimi tarafından yapılandırılır. Bununla birlikte, iletişim çok farklı katmanlı düzeylerde kurulur; bu düzeyler, ortamda bulunan dinamik süreçlerin değişimlerine göre birbirine geçer veya ayrılır. Söze dökülen “malzemenin” altında zengin bir değiş tokuş vardır, çoklu deneyimlerin aktarımı, bazen vücutta bile etkiler oluşturur. (aktarım ve karşıaktarımın duygusal alanında somatik iletişimin sözelleştirilmemiş yönleri oluşabilir.)

İki insanın iletişim kurması sadece konuşmak değildir, aslında konuşmak işin yüzeysel kısmıdır. Konuşmanın ötesinde içimizde uyanan birçok duygu, ihtiyaç, çatışma biz farkında olmadan karşımızdaki insana yansıtılır veya bunları algılayabileceği şekilde içimizde var olur, bizim karşımızdaki insanın içinde olup biteni algılayan bir tarafımız vardır. İçimizdeki bebeksi taraf dile gelmeyen içeriği algılar, bizim çok bilinçli çabamız olmazsa bu formüle edilemez bu karşımızdaki insanla oluşturduğumuz ortamdan bir şey almadığımız, etkilenmediğimiz anlamına gelmez, sadece adını koyamayız. Tedavi ortamında tedavici karşısındaki insanın içinde neyin uyandığını ve o uyanan duygunun kendisine nasıl yansıdığını anlamak zorundadır yoksa ilişki akli ve yüzeysel olur. Analitik ortam sözel bir şeyin ötesindedir; hastaya fazla akıl ve bilgi vermek bu zenginliğin kullanılamadığı anlamına gelir. İlişki her zaman aynı derinlikte gitmez, her ilişki gibi analitik ortam da tıkanır. İlişki tıkandığında dönüp kendimize bakmamız gerekir, bizde oluşan duyguyu anlayarak ve yorumlayarak tıkanıklığı çözmeye çalışmalıyız, bu tıkanıklık çözüldüğünde rahatlar, yavaş yavaş bebek canlanır ve derinlik oluşur. Hislerimizi doğru kullanıyorsak tıkanıklığın oluşmasını engelleyebiliriz. Bazı insanlar derin bir bağlanma ya da derin bir ilişkiden korktukları için tıkanıklıktan yana olarak onu sürdürmeye çalışırlar, ilişkiyi yüzeyselleştirirler o zaman hızlı bir şekilde yapay benlik devreye girer. Dikkatiniz andaysa ve biraz tecrübeniz varsa ilişkinin durduğunu anlarsınız. Tıkanıklık tedavicinin hastanın problemlerine uyumlandığında olur, kendisinin de o tıkanıklığa katıldığını anlayamazsa yaptığı yorum doğru olmaz.

Bir insan sadece sözel bir ilişki kuruyorsa o ilişki yüzeyseldir. Hepimiz bebeklik dönemi yaşadık o döneme ait duygular sözel olmaz, karşımızdaki insanda annelik şefkati ya da öfke uyandırırız, öfke uyandırıp ondan kurtulmaya çalışırız.

Alanı yapılandıran bilinçdışı fantezidir ve bu fantezi, bireysel ruhta kavranabilir; bunun için bilinçdışı fantezi hakkında bildiklerimizi analoji yoluyla yakalayabiliriz. Aslında bu tanım ters yönde olmalıdır. Yani içinde olduğumuz için bilgimizin dolaysız nesnesi olan analitik durumun fantezisinden, ortamdaki kişilerin her birinin fantezisine doğru olmalıdır.

Analitik ortamda insanların o ortama bir yatırımları vardır. Zor da olsa bir süreç yaşanıyor ve sürüyordur, hasta geliyordur ve tedavici de oradadır. Bunun arkasında analitik ortamla ilgili bir fantezi vardır. Başlangıçta tedavicinin fantezisi herkesi kurtarmak olabilir, hastanın fantezisi ise analitik ortama geldiği için bütün dertlerinden kurtularak, eşiyle, çocuklarıyla olan dertleri çözmek olabilir. Mutlaka her iki tarafın da bir fantezisi vardır ve bunlar bir süre sonra bilinçaltı alışveriş ile iki tarafın da farkında olmadan mutabık olduğu bir yerde buluşulur. Bu oluşan fantezinin ne olduğunu nasıl bulacağız? İki tarafın da buluşması halinde tedavi süreci ilerler bu olmazsa ya hasta sıkılır ve gelmez ya da siz hastayı dinlerken sıkılırsınız. Ortak noktada buluşulmazsa frekansları uymaz bu bütün ilişkilerde olur, mesela; iki insan evlendiğinde birisi ben dünyayı gezmek istiyorum, diğeri de ben çocuk sahibi olmak istiyorum, diyorsa o evlilik yürümez.

FANTEZİLER

Fanteziler bizim içsel ben dengemizi korumak veya herhangi bir konuya motivasyonumuzu sağlamak için başvurduğumuz şeylerdir, varoluşumuzun temelinde bu vardır. Çocuk, düşünmeye ilk önce fantezi kurarak başlar, mesela; annesinin memesini düşünürken, onu her an erişebileceği bir şey olarak tanımlıyorsa anne, iyi anne, olarak tanımlanır. Bizim için önemli olan şudur; fantezi düzeyi insanların gerçekle ilişkilerini bozarsa problem olur. Fanteziler dengemizi korumak için çok önemlidir. Fanteziler çökünce insanlar çoğu zaman depresyona girerler.

Her şey fantezi ile başlar. Gelecek tahayyülü fantezidir, ama gerçeğe yakın olmalıdır. Hayallerimiz de henüz gerçekleşmediği için fantezidir, fanteziler gerçekle ilişkinizi bozacak kadar size hâkimse ve sizi yönetiyorsa o zaman devamlı kafanızı duvara vurursunuz. İnsanlar olmayacak fantezileri azalttığında ve bunun yerine oluşturabilecekleri fanteziler gelmeye başladığında öfkeleri azalır, ama olmayacak olanlara takıldıklarında başlarına binbir türlü bela gelir.

Hayatın anlamlanması fanteziler üzerinden olur, ancak fanteziler gerçekleştirilebilir fanteziler olmalıdır. Mesela ödipal dönemdeki bir insanın fantezisi sevebileceği bir insan bulmak, onunla bir hayat kurmak ve ondan bir çocuk sahibi olup büyütmek olur. Ödipal döneme gelip daha ileri gidememiş bir erkek çocuk için kahraman olmak, depremde insanları kurtarmak daha öncelikli fantezilerdir. Ödipal dönemi bitirdiyse duruma bakıp ne yaparsam daha uygun olur diye gerçeğe uygun davranmaya çalışır. Fantezilerin çok uçuk kaçık olması gerekmez; bir kadını seviyorsam ondan iyi anne olmasını beklerim, diyen bir erkek fantezilerini ele vermiş olur; sevdiği kadından bir çocuğu olsun istiyordur. Anal dönemdeki biri çok zengin olmayı, arsalar almayı fanteziler, bir eş bulma derdi yoktur. Bir başkası en beğenilen kadın ya da adam olmak isteyebilir, kadın ne kadar kız çocuğu ruhluysa fantezileri oraya kayar fanteziler gerçeklikten uzaklaştıkça daha kötü sonuçları olur.

İnsanın bir gelecek tasavvuru olması için mutlaka fantezilerinin uyanması ve canlanması, geleceğe dönük bilinçaltı fantezilerin oluşması lazımdır. Bir insanın gelecek tasavvuru yoksa bugünün altından kalkamıyordur. Böyle olduğu zaman enerjisini geleceğe aktaramaz, bugüne ait fanteziler kurar. O bana vurdu, ben de ona şunları yapacağım, gibi. Canı yanmıştır, ağır değersizlik duygusu uyanmıştır, günü kurtarmaya çalışıyordur, önce günü kurtardıktan sonra gelecek tasavvuru başlar. Bütün fantezilerin sonunun gelmiş olması insanı depresyona sokar.

Bu durumda her iki üye de alandan bağımsız biçimde tek başına değerlendirilebilir. Alanın iki kişilik bilinçdışı fantezisi, alanın işleyişinin herhangi bir veri anında ona anlam veren şeydir ve açık sözel içeriğin ortaya çıkışını da koşullandırır. Analist ve hasta arasındaki rollerin dağılımını, çeşitli dürtülerin aktivasyonunu, hasta için (ve belki analist için de tehlikenin varlığını), savunmaların kullanımını içerir. Kullanılan savunma mekanizmaları, karşılıklı yansıtma (projection) ve nesnelerin ve her iki “benlik”in parçalarının içe alınmasıdır. (İntrojection)

İki insan arasında mutabık kalınan fantezinin niteliği konuşulan konuların neler olacağını belirler, aslında hasta ile analist arasında bir malzeme alışverişi olur; hasta tedavicisinden hem onun içindeki malzemeyi alır ve kendi malzemesine dönüştürür -ki buna introjeksiyon diyoruz hem de tedavici hastasından malzeme alır. Muhtemelen tedavicilik yapan insanların zaman içinde büyümesi ve gelişmesi bu alışveriş ile mümkün olmaktadır, çok akli olan, davranışçı bir tedavicinin bu şansı olmayabilir. İçindeki bebeğin uyanmasını bozacak bir tutumunun olmaması lazımdır. İntrojeksiyon bebeksi düzeyde olur çocuklukta da malzeme alınır, ama bebek daha fazla emer, seansta konuşulanların daha sonra aklına gelmesi aldığı malzemeyi yerli yerine oturtmak için yapılır, malzemeyi sindirmeye çalışmak gibidir. Alınan malzeme farkında olarak veya farkında olmadan işlenir, nereye oturtacağına, nasıl kullanacağına dair bir çalışma başlar. 

Alan fantezisi, özü gereği, analist ile hasta arasındaki bireysel sınırları, ilgililerin bedenleri arasındaki boşluk da dahil silme eğilimindedir. (Hastaların analisti göremeyecekleri bir pozisyonda kalma sebeplerinden birisi budur. Bakmak, mesafeyi oluşturmanın ve korumanın bir yolu olarak, bu iletişimin tersine çalışacaktır çünkü sınırların oluşmasına hizmet edecektir.

Aslında insanın alanını bebek alanı oluşturur ve her şey o bebeksi alandaki faaliyetlerden, canlanma, malzeme alma, hazmetme üzerinden yürür. Bebek dünyaya geldiğinde anne ile bebek arasında simbiyotik bir bağ vardır. Anne bebeği besler, hayatta tutmaya çalışır, bebek de annenin içinde bir sevgi uyandırır. Simbiyotik; anne ve bebek arasındaki sınırların kaybolup ayrı bir bütünlük oluşturmasıdır. Bebek anneye bunu yapar, ama anneden koparak kendi olma kabiliyetinin olması lazımdır, bu kabiliyeti yoksa bu simbiyoz yapışmaya döner parazitik bir ilişki olur. Aslında bu bebekliğe geri dönüştür, bir insanın biriyle bütünlük oluşturduğunda tekrar dönüp kendisi olma kabiliyetinin olması yeterli değilse sınırlıysa bebeksileşmek onun için tehlikeli olmaya başlar ya da bebeksileşirse parazitleşmeye kayar. Hayatın özünde hep bebekliğe dönme ihtiyacı vardır. Kediler bile annesinin onlara yaptığı gibi kendilerini yalayarak içlerindeki canlılığı muhafaza etmeye çalışırlar. Uyku da böyledir; derin uykuda anne karnına döneriz böylece canlılığımızı yenileyerek hayatımızı sürdürürüz. Aynı şeyin tedavi ortamında da olması lazımdır biz buna hastayla ahenklenme diyoruz, ama o ahenk bir süre sonra bozulur, bozulmalıdır da hem hastanın hem de tedavicinin içindeki bebekler uyanmalıdır ki biz işimizi yapabilelim. Siz kendi içinizdeki bebekten uzaksanız, ilişki kuramıyorsanız, kıskançlığınız, hasediniz yüzünden içinizdeki canlılığı, hakikatinizi hayata sokamıyorsanız yaptığınız iş yüzeysel olur. Benliği kullanmak için bebeği benimsemek lazımdır bunu yapamıyorsanız memur olursunuz, ama tedavici olamazsınız.

Alan yansıtmalı özdeşleşimlerden, (projective identification)  doğal sonuçlarıyla içe alıcı (introjektif) özdeşimlerden (identification) kurulur ve işlev görür (Klein, 1952a, bölüm 6 ve 9; Klein, Heimann, & Money-Kyrle, 1955 , bölüm 13)

Bununla birlikte, analistteki yansıtmalı (projective) ve içe yansıtmalı (intojective) özdeşleşme süreçlerinin doğası hastadakinden farklıdır. Bu fark, alandaki asimetriyi açıklar. Bunlar sadece nicel farklılıklar değildir. Belli bir düzeyde, yansıtmalı ve içe yansıtmalı özdeşim fenomeni, analist ve hastada aynı doğaya sahiptir. Analist, hastayı kendisinin veya içselleştirilmiş nesnelerinin bazı yönlerine göre görebilir veya yansıtmalı özdeşime bilinçsizce hastasından kabul edilmiş “yansıtmalı karşı-özdeşleşme” (Grinberg, 1956) ile tepki verebilir. Ancak başka bir düzeyde, analist -normalde- hastanın istilasını önlemek için bu olguları kontrol altında tutar. Bu fark, karşıaktarımın ilk başta (psikanalizin ilk yıllarında) analitik sürecin bütünleyici bir parçası olarak algılanmak yerine rahatsız edici bir fenomen olarak görülmesine yol açtı ve analistin ayna olarak var olma mitini sürdürmesine sebep oldu.

Tedavi sürecinde sadece hastanın değil sizin içinizdeki bebek de uyanır, ama tedavici vasfında olmanız için siz daha çok malzeme aktarabilen durumda, daha çok verebilen konumda olmalısınız. İş tersine dönüp siz hastadan malzeme alıyorsanız asimetri tersine döner, nasıl ki hastada projektif identifikasyon ve introjeksiyon varsa tedavicide de olabilir, ama bunun tedaviciyi küçük, hastayı büyük yapmaması lazımdır. Biz kendi içimizdeki bebeğe yeterince sahip çıkamıyorsak hastanın bizi sevmesine, beğenmesine, narsistik sistemimizi ayakta tutmasına ihtiyacımız olur o zaman hastaya daha kolay kızarız ve yatırımımızı sürdüremez hale geliriz.

Bu ikinci seviyede, analist, kendisine hastadan geçmiş olan yansıtmayı tanımak amacıyla hastanın yansıtmalarının ve kendi yansıtmalı özdeşleşmesinin kendisine belirli bir ölçüde nüfuz etmesine izin vermek için içe yansıtmalı (introjective) özdeşimi kullanır. Böylece hasta tarafından neyin içe yansıtıldığını anlar. Bu iki fenomen analistte karşılıklı ve iletilebilen bir biçimde veya izole bir şekilde yer alabilir.

Projektif identifikasyon, introjeksiyon, projektif introjeksiyon bebeğin dünyayla, annesiyle ilişki kurmak için kullandığı yöntemlerdir. Hastanın kendisine ne yansıttığını anlamak üzere tedavici sınırlarını gevşetir. Hastanın kendisine yansıttığını onu anlamak için kullanmak üzere farkında olmadan kendi içimize yansıtılır bu da içe yansıtmayla yani projektif introjeksiyonla olur, hastayı daha iyi anlayabilmek için onunla özdeşleşmeye çalışmalıyız. Onunla özdeşleşmekten korkmayın yeter ki bu hastayla ittifaka dönüşmesin, onu anlamak için bu identifikasyonu anlayıp sonra kendimiz olmamız yani bunu yapacak esneklikte olmamız lazımdır.

İlk durumda, spontan içe yansıtma-yansıtma (introjective-projective) durumu yorumlamak için malzeme sağlar. İkincisinde, analistin anlayışı ve yorumu analitik duruma nüfuz etmeden yaklaşır ve böylece alan nevrozunun bir engeli veya bir yönü ortaya çıkar. İkinci durumun tamamen önlenebileceğini düşünmüyoruz, çünkü bu, nevrotik alanları yansıtan iki kişilik alan nevrotik bir alan halindedir ve hastanın nevrozu ise transferans nörozu olarak görülecektir. 

Bunu metapsikolojik terimlerle ifade edecek olursak, bu, analistin gözlemci egosunun hastayla ilişkisindeki kendiliğinden oluşan süreçleriyle iletişim kurabileceği veya kurmayacağı anlamına gelir. Bu bakış açısından, gözlemci egosu yalnızca saf bir gözlemci değil, analistin kendi teorik çerçevesi, fantezisi ve analitik çalışma kavramı, fantezisi ve düşüncesiyle alanı ve hastayı yorumlayan bir egodur.  

Freud zamanında gözlemci egodan bahsetmiştir. Bu gözlemcilik sadece akli ve bilgiyle alakalı değildir. İnsan kendi benliğini kullanarak iş yapıyorsa bunun içinde hastayla özdeşleşme, anlattığı bebeksi savunma ve bebeksi ilişki kurma biçimleri devreye girer. Bu olduğunda sadece gözlemci ego değil bir şekilde bizim de dâhil olduğumuz iki kişilik alanın bir parçası olarak orada olan biteni aklımızla değil kendi benliğimiz üstünden deneyimleriz.

Meta psikoloji; ego, süper ego vs. gibi kullanılan terimlerdir; bir tür soyutlama, olanı biteni kavramsal laflarla anlatmak, açıklamaktır.

Bu işlevi yerine getirirken analizinde edindiği kendi hakkında bilgiyi ve eğitiminden edindiği klinik çalışma kapasitesini kullanır. 

Tersine, hastada, analitik durumun kendisi tarafından uyarılan regresyon nedeniyle, hastanın gözlemci egosu genellikle işlevini durdurur ve psişik organizasyonların daha az farklılaşmış (bebeksi) işleyişine kayar. İki istisna vardır: “direnç” durumları (analistin iletişim eksikliğinden mustarip olduğu durumlara karşılık gelir). Bu durumda öznenin bilinçaltı bir tehlike tarafından tehdit edilmiş olarak algılar ve gerilemeyi (regresyonu) reddeder ve defansif (savunmacı) bir şizoid (yalnızlaştırıcı) bölünme oluşturur.

Hasta bebeksileşmeye başladığı için pisişik organizasyonu bebeksi düzleme kayar. Yetişkin bir organizasyon olan gözlemcilik, bir bebekte olmadığı için bu işlevler durur. Bebek uyanıp, o bebeğin daha sağlıklı tutulması ihtiyacı öne çıkınca analistin hastayla ilgili sorumluluk duygusu, dikkati ve yükü artar. Dirençler ortaya çıkıyorsa insan bebeksileşmeyi durdurur. Regresyon patolojik değilse, sağlıklı regresyonsa onun karakteristiği karşısındaki insana güvenmesiyle ve onu anneleştirmesiyle olur. İyi anne olarak tutamıyorsa hastayı taşıma veya güvenilir olma konusunda tedavici aksıyorsa hasta regresyonu durdurur direnç oluşturur, ama bu tedavicideki aksama yüzünden olur hasta, ben içimdeki bebeği buna emanet edemem, der. Biz de hastayı yatırıp 3-4 gün gelmesini beklerken hastanın regresyona girmesini kolaylaştırmış oluyoruz.

Tedavicinin yüzünü görmemek mesafeyi gözlerden kaydırır. Burada gözü ortadan kaldırmak yani mesafeyi kaldırmak regresyonu kolaylaştırır. Ancak ağır problemli, nevrotik düzeyin altındaki border-line, karakter bozuklukları, psikoza yatkın insanlar tedaviciyi görmediğinde iyi gelmez, göremediklerinde ilişkisiz kalmış gibi hissederler, anksiyeteleri artar. Mesafeyi kaldırmak kendileriyle karşısındaki insanı karıştırmalarına yol açar, içlerindeki bebeğe iyi gelmez, analiz içinde psikozlar ortaya çıkar veya anksiyetesi çok artar ve tedaviyi bırakmak zorunda kalır. İçindeki bebek öfkeli olanlar böyle bir durumdan zarar görürler. Mesafeyi kaldırmak nevroz düzeyindeki insanlar için geçerlidir.

Bazı insanlar içlerindeki bebeğin uyanmasından veya bir insana bağlanmaktan çok korkarlar. Görünüşte uyumlu, işbirlikçi bir hava sergilemelerine rağmen içlerindeki bebeği bir fanusta gizlerler, “mış” gibi yaparak ve yapay bir benliğe sığınarak gerçek bir bağlanmadan kendilerini korurlar. Bu zannedilenden daha yaygındır. Bu neden olur? İçlerindeki bebek zannettiklerinden daha öfkelidir, herkes onunla ilgilensin ister, kendini dünyanın merkezi zanneder, bağlandığı insanı çok kıskanır, hasedi artar. Bazı insanlar bunlar başına gelmesin diye hep problemli kalmayı tercih ederler. Tedavici gerçek bir bağlılığın olmadığını anlar, hasta onda bir duygu uyandırmaz. Bir türlü oluşmayan bağı yapay yollarla oluşturur, böyle bir durumda tedavici kandırılıyormuş gibi hisseder, öfkelenir. Bebekliği kötü yaşanmış ve kendi içindeki öfkeden çok korkan insanlarda bu olur. Bunlar şizoid savunmalardır; ihtiyacım yok, ama varmış gibi yapayım, bebek uyanmıyor, ama uyanmış gibi yapayım, bunlar akli değildir, akli yapıyorsa psikopattır. 

Böylece, devam eden tehlikenin yakınlığını izlemek kendi iç dünyası ile analist arasındaki sınırları korumayı sağlamış olur. Bu durumda, yoruma karşı kendini savunmanın, onu soyut terimlere indirgemenin ve deneyimlenen her türlü içeriği boşaltmanın bir yolu olarak yanlış (yalancı, false) içgörüyü kullanabilir. Bu durum ortaya çıktığında, analist tüm çabalarının bu noktada başarısız olduğunu hisseder.  

Sanki anlamış, sanki fark etmiş gibi bu davranır. Şizoid insanlar teknik olarak, insanlara yönelmek yerine satranç, dağcılık, matematik, felsefe ya da meditasyon yaparak kendilerini iyi hissetmeye çalışan insanlardır. İnsanlara yönelip onlarla oluşturabilecekleri yakınlık, sevgi, birbirlerine feedback vermek yerine insansız şeyler koyarlar. Bugünkü dünyada anneleri değil de bakıcılar tarafından büyütülen çocuklar devamlı bilgisayar oyunları oynuyorlar, gerçek insanlara yönelmek yerine fiktif şeylere kayıyorlar. Neden? İçlerindeki bebek uyanıp da onları çok ihtiyaçlı bir duruma düşürmesin diye bunu yapıyorlar, ama bu onları çok yüzeyselleştiriyor. Eskiden de bu varmış, ama bilgisayar yerine dünyayı keşfetmek için kâşif oluyorlarmış, daha hayırlı bir şeye dönüyormuş.

Hastanın farklılaşmamış işleyişinin diğer istisnası gerçek bir içgörünün oluşmasında görülür.  Buna geri döneceğiz.        

Bu düşünceler yalnızca Freud’un (1913c, 1916–17) yılları arasında analitik durum olarak tanımladığı kavramı geliştirme amaçlıdır. Temel kuralın (serbest çağrışım) ve odaklanmamış dikkatin kullanılması üzerinedir.

Analitik ortamı olabildiğince hastanın çağrışımlarını kullanacak şekilde kurarsınız, çok bilgiye ve akla kaymazsınız çünkü akıl verince çağrışım zemini bozulur. Telkinde bulunmazsınız ortamı hastanın kendi hakikatini, aklına gelen her şeyi söyleyerek oluşturmasını beklersiniz. Siz de bu sırada birincil dikkatle (içimizdeki erişkin tarafın kullandığı dikkat) dinliyorsanız tedavi ortamı bozulur. Tedavicininki daha odaklanmamış bir dikkattir; hastanın oturuşu, yüzünün hali vb. gibi daha geniş bir alanı algılıyorsunuzdur. Duygu dünyasını, yüzünü, endişesini, korkusunu, anksiyetesini algılamaya çalışıyorsunuzdur. Hepsini yapabilmeniz için dikkatinizi odaklanmamış dikkat olması lazımdır. Çok odaklanıyorsanız akli yere kaymışsınızdır.

 

III-  ALANDAKİ KLİŞELER ve İÇGÖRÜNÜN  FELCE UĞRAMASI 

Analitik durumun gerileyen (regressif) yönü ve tekrarlayan fenomenlerin önemi onu zorunlu olarak patolojik hale getirir. Öte yandan bu durum, tedavicinin amacına ulaşması ve hastaya yardımcı olmasının temel koşuludur.

ALANDAKİ KLİŞELER VE REGRESİF YÖNÜ

Regresyona kayan hastanın günlük hayatta kullandığı bazı özelliklerinde bir azalma olur. Duyarlılığı, hisleri, sezgileri artar, ama mesela mühendisliğe olan ilgisi azalır, ruhani şeylere ilgisi artar. Analitik ortamın tekrar çocuklaştıran bir etkisi olur, insanın kendi annesiyle olan problemleri tekrar canlanır, tedaviciyi annesiyle karıştırmaya başlar, bu onun işlevini bozar. Bu derinlik olmazsa karıştırmaz. Annesine duyduğu öfkenin büyük bir kısmı tedaviciye yansıtılır. Bu tekrarlama fenomeni insanın gerçekle ilişkisini bozduğundan bir sürü nevrotik bir durum, bir patoloji oluşturur. Öte yandan regresyon olmadan tedavi olmaz. Bebeğin eksiğinin tamamlanması, malzeme alması için uyanması lazımdır.

Gerçekten “sonlandırılabilir” bir analiz mümkün olsaydı, alanın patolojik kristalleşmeler olmadan serbestçe işlediği bir analiz olurdu. Analitik süreç tüm engellerin art arda çözülmesi olarak tasavvur edilebilir, ama aslında alandaki iletişim ve hareketlilik dirençler tarafından defalarca engellenir.

 Eğer, Freud’un tamamlanmamış eserlerinden birinde (1940e[1938]) düşündüğü gibi, her savunma mekanizması belirli bir “Splitting” ego içinde bir tür bölünme oluşturur. Bunun anlamı bölünmenin patolojik bir inşa oluşturmasıdır. Bu durum alanın sektörlerinden birinin ana yapıdan ayrılması anlamına gelir ve bu bölüm genel dinamiklerden kaçar ve az çok belirgin bir felç yaratır.  Sahada bir miktar hareketlilik olsa bile bölme bölünmüş sektörü izole etme işlevi görür, böylece durumun dinamiklerinin dışında kalır. Bu bölme, bastırma (repression) anlamına gelmez: bölünmüş sektörün bazı bölümleri bilinçlidir veya kolayca bilinçli hale gelebilir. Diğerleri ise tersine bastırılmıştır ve mevcut bölünmeyi destekleyen daha arkaik bölünmelere karşılık gelirler (M. Baranger, 1960; M. Baranger & Baranger, 1961–1962).

İki kişilik durumda, hastanın bölme girişimi analistin bilinçaltı suç ortaklığı veya kör noktasıyla birleştiğinde gerçekten zararlı hale gelir. Analitik süreçte bir verimsizlik gözlemlenebilir. Süreç devam ediyor, malzemenin bir kısmında bir çalışma var, ancak çok önemli bir parça sürecin dışına atılıyor ve kristalize halde kalıyor.

Her zaman hastanın içinde iyileşmek isteyen bir tarafla mevcudu korumak isteyen taraf yan yana durur. Bu bölünme oluşturur, bu bölme, bastırma anlamına gelmez. Daha çok border-line’da görülür ve buna disosiyasyon denir. Egonun bir parçası kopar, egonun bütününden ayrı tutulur ve o kopan parça egonun denetiminden çıkmış olur. Kendi kendine sorun yaratır, mesela; geç gelir, tren geç kaldı, hava yağmurlu vs. der. Halbuki kopmuş olan parça gelmek istemeyen tarafı bir yol bulup geç gelmesini sağlar. Hasta farkında olmadığı için direnç olduğunu anlamaz. Farkında değilsin, ama gelmek istemiyorsun, denir, farkına varırsa geçer. Koparılmamış, ama bastırılmışsa konuşurken anlayabilir. Tedavici daha önce kurulmuş olan ortak fanteziye inancını sürdürüyorsa, motivasyon kaybı yoksa, kendi geçmişinde bastırdıklarıyla yüzleşmek felakete yol açmamışsa, tam tersine üzerinden yük kalkmış ve iyi gelmişse hastanın direncini hemen anlayarak, yorumlar çözülmesini sağlar. Tedavicinin ortak fanteziye motivasyonu tam değilse, ortama kendisini veremiyorsa, tıkandıysa veya o anda normal işleyişini bozan içindeki öfke arttıysa (deprem vs.) hastanın direncini yakalayamadığı, doğru yorumlamadığı için o da probleme katılmış olur, ilişki sohbete döner. Tedavici de dirence katılırsa süreç durur.

Bölme: Böldüğün parçalar benliğin ayrı parçaları olarak durur. Fragmantasyonda böldüğünü benlikten tamamen kopartıyorsun. Bu disosiye olmaktan daha kötüdür, halüsinasyonlara yol açar. Benlikten kopartılıp benlik dışına atıldıysa yabancı bir ses duyar, mesela; hasta ses duyuyordur, sorarsın, kimin sesi? Benim sesim, diyorsa o zaman anlarsınız ki benliğinin bir parçası benlikten kopartılmış, ama tamamen benliğin dışına atılmamıştır. Bazen ses annemin sesi, diyebilir, bu da içselleştirilmiş annenin çocuğu sabote etmesidir. Bunlar psikoza yakın durumlarda görülür veya yabancı bir ses diyebilir, o da benlikten iyice kopartılıp atılmış parçadır, tüm bunlar bebeksi savunmalardır. Annenin çok aksadığı durumlarda bebeğin içinde bunlar olur. Aldığımız annelik ne kadar iyiyse bunlara direncimiz o kadar iyi olur, annelik çürükse direnç azalır ve bebeksi savunmalar devreye girer.

Erkekler aynı anda iki kadını sevip, ikisini de içlerinde muhafaza edebilirler. Birini disosiye etmez, içinde çözülme yaratmaz, ama kadında bu olur. Kadın bir adama bağlı iken başka bir adamla yatıp kalksa bundan büyük zarar görür. Her ikisiyle yattığında içindeki bebek uyanıyorsa içi ikiye bölünmek zorunda kalır benliği ikiye bölünür. Dolayısıyla kadınlar ya yüzeysel kalıp, kimseye bağlanmadan, ama bağlanıyormuş gibi yaparak baştan çıkartma fantezilerini gerçekleştirirler, o zaman bir şey olmaz ancak kalitesi düşer ya narsistik ihtiyaçla birden fazla adamla olur ya da birinden yatırımı çekilmiştir, ama ayrılma gücü yoktur o zaman birini bulup ayrılayım, der. Bu bölme oluşturmaz, ilişki zaten bitmiştir, ama o, bitti, diyemediği için devam ediyordur.

Erkeğin eşini anne yapması patolojiye işaret eder; içindeki erkek çocuğa illa bir anne bulması gerekir, eşine annesine bağlanmış gibi bağlanır. O zaman dışarıdan birini bulunca sanki evde annesi var ve o da sevgilisiyle buluşan liseli gibi olur. Bölünmeye ihtiyacı yoktur. Burada iki ilişkiden de hayır gelmez, kalitesi yüksek değildir; erkek, anne yaptığı eşiyle cinsel sorunlar yaşar, bir sevgili bulup, çüküm çalışıyor mu, diye test eder.

Ve bu, elbette, analizin sonucuna çok büyük bir engel koyuyor.

Bu burç (M. Baranger & Baranger, 1961–1962) ilerlemeyi engeller. Hastanın temas etmemeye kararlı olduğu burçlar vardır.[1] Bu, (burç) bir nesne ilişkisi, hastanın “sapıklık” olarak gördüğü hoş bir aktivite, ekonomik durumuyla ilgili bir bilgi, bir ideoloji vb. olabilir. Analist tarafında herhangi bir suç ortaklığı yoksa, o zaman hastanın burcu analitik çalışma için bir zorluk veya bir “direnç”tir, ancak alanı tamamen kaplayan bir burç değildir. Hasta şu ya da bu şekilde temel kuralı çiğnemeye çalışır (serbest çağrışım yapamaz) ve analist, hastanın kaçındığı içeriği alanın geneli ile yeniden bütünleştirmeye çalışır. Bununla birlikte, analistin böyle bir suç ortaklığı mevcut olduğunda, iletişim bölünür; alanın hastanın direncini ve analistin karşı direncini içeren, bilinçaltı bir ilişki sürer ve birlikte çalışır. Bu durumda alandaki bir alan kristalleşir ve analiz sürecinin dışında kalır. Öte yandan başka seviyede görünüşte normal bir iletişim devam eder.

Ancak böyle bir durumun dezavantajları hemen hissedilir, alanın burcu güçlüyse genel dinamikleri felce uğrama eğilimi gösterir. “İşe yaramayan” (çalışmayan) analizlerde böyle olur. Freud (1916–17), analizi nevroz tarafından istila edilmiş bir bölgenin yeniden fethedilmesiyle karşılaştırdığında, süreci oldukça farklı bir şekilde, ama aynı çizgide tanımladı. İstilacı ordu, alanı kurtarmaya çalışanlarla istediği herhangi bir noktada savaşabilirdi. Savaşın illaki fethedilmiş topraklarda olması gerekmezdi. Analistin işgal altındaki bölgede bulunan müttefiklerine güvenmesi halinde, işgalcinin de kurtuluş ordusunda kendisi için çalışan ajanları olduğunu hatırlatabiliriz. Bu ajanlar kurtuluş ordusunun bazı güçlerinin felç olmasına ve hatta fethin başarısız olmasına neden olabilir.

Çoğu zaman bu direniş/karşı-direnç gizli anlaşması, alan dinamiklerini tekdüze ve monoton bir döngüye dönüştürür. Pichon-Rivière, bu durumu (1956) bir “spiral süreç” olarak tanımlar. Analizdeki hareket, bir koşu bandında yürümek gibidir. Hem analist hem de hasta, koşu bandında veya farkında olmadan inşa ettikleri burçta yürümeye devam ederken kendilerini bir yere doğru gidiyor zannederler.

Kalelerde daha yüksek yerlere burç denir. Oralar savunulması en kolay yerlerdir hem yüksektirler hem de orada askerler yaşar. Tahkim edilmiş olanlar direncin en yüksek seviyeye çıktığı durumlar için kullanılır. Bazen hastalar serbest çağrışımda dürtüsel sorun ya da ideolojik bir fikir akıllarına gelse de söyleyemezler. Kendinde de aynı şey olduğu için hastanın dürtüleriyle uğraşmak tedaviciyi rahatsız ederse farkında olmadan bu sorunu konuşmamayı tercih edebilir. O alanı açmaz suç ortaklığı yapar, mesela; hastanın sizi aşağılama eğilimine ses çıkartmazsanız öfkelenirsiniz ve bu da ilişkiyi tıkar. Sizi eziyor olması hastanın narsistik sistemini büyütür, halbuki tedavi olması için narsistik sisteminin küçülmesi lazımdır.


[1] ç.n. Burç, eski kalelerde zindan olarak kullanılan yüksek bölüm anlamında kullanılıyor.