08.02.2023
Hafta 1
Analitik durumun zorunlu ve kendine özgü niteliklerini oluşturan kurallar, dinamiklerin araştırılması amacı, psikanalizin araçlarının amacı ve bu tedavi edici sürecin temelini oluşturan yorumlar; bütün bunlar “içgörü”yü oluşturur. İçgörü oluşması o kadar kritik bir öneme sahiptir ki onu kolayca ele alamayız, ama yine de neden daha sistematik araştırmaların nesnesi olmadığını merak ederiz. Bu kavram, daha sistematik ve spesifik çalışmaların konusu olacak kadar açık bir biçimde tanımlanmamıştır. Buradaki amacımız analitik ortam içinde “içgörü”nün işlevini incelemektir. Freud’dan beri analistler için içgörü tüm analitik süreçlerin temel amacıdır. O halde bu süreçte analist, içinde bulunduğu durumu yorumlayarak en uygun biçimde hareket eder.
Hastanın anlaşılmış hissedebilmesi için terapistin benliğini kullanabiliyor olması gerekir. Benliği kullanmak ancak tedavicinin kendi iç dünyası ile bağının kuvvetli olması, kendi hislerini algılıyor, anlıyor ve onları denetimli bir şekilde ilişki içinde kullanabiliyor olmasıyla mümkün olur. İç görü; benliği kullanabilmek için ihtiyaç duyulan bir aracı gibi de anlaşılabilir. İç görü sahibi bir tedavici, benliğine daha yakın olabilir ve tedavi ortamını daha verimli hale getirmek için kullanabilir. İç görü; tedavi ortamında hem ilişki kurulabilmesi hem de ilişkinin tedavici tarafından sağlıklı kurulabilmesi için önemlidir. Kişisel hislerin tedavici tarafından tedavi ortamını bozmayacak şekilde denetlenmesini sağlar. Benliğini iyi kullanabilen bir tedavici için hislerini kullanması hastanın kendisini anlaşılır hissetmesi için şarttır, burada önemli olan hastanın kendi problemleriyle yüzleşmesini bozmayacak düzeyde ve amacına uygun bir şekilde tedavi ortamına girmesidir.
Bazılarının yanlışlıkla zannettiği gibi kişisel bir tutum göstermez. Analitik deneyim iki insan arasındaki doğal iletişim temeli üzerine oturur, ama istenen sonuçları almaya dönük ortamın oluşması için ön kabullerle çerçevelenmiş, yapay olarak değiştirilmiş ve kodlanmış, işlevselleştirilmiş (içgörü geliştirecek şekilde) bir ortam söz konusudur.
Analitik ortamın oluşabilmesi için öncelikle ilişkinin oluşabilmesi gerekir. Hastalar için ilişki kurmak her zaman kolay, hızlı ve kendiliğinden olamayabilir. Tedavicinin öncelikle ortamı ilişki kurmaya elverişli hale getirebilmesi gerekir. Analitik ortam aslında biraz yapay bir ortamdır, bir sohbet ortamı değildir ancak hastanın kurmayı bildiği ilişki biçiminden daha farklı bir ilişki oluşabileceğini deneyimleyebilmesi için tedavicinin ilk önce sorunların konuşulabilir olduğunu yavaş yavaş gösterebilmesi ve sonra analitik ortamı oluşturması gerekir. Bunu yapabilmek için hastanın hakikatini anlayabilmek, oluşturabildiği ilişki biçimini anlayabilmek gerekir. Zaman zaman sohbet edildiği seanslar olabilmesi şayet tedavicinin kendi nefsini geriye çekmesinde bir sorun oluşturmuyorsa, hastayı yeni ilişki biçimine hazırlamaya yardımcı olacaktır. Burada analitik ortamın yapaylığından kasıt bu ön hazırlık aşaması olarak da anlaşılabilir. Tedavici bunu hastanın iç dünyasını zenginleştirerek tedaviciden yeni bir malzeme edinmesi bu malzemenin yeni ilişki biçimine hizmet etmesi için yapmaktadır.
Bahsettiğimiz iletişim psikanalitik bilginin ve çalışmanın konusudur. İki taraf arasında farklı ve özenli (derinlikli) bir iletişim oluşturacak bir “akıl” oluşturulur. Taraflar arasında böyle bir ortam yaratacak dönüş oluşturulamıyorsa psikanalitik süreç, terapötik sonuçlarından bağımsız olarak başarısız olur.
Bu içgörü çalışmamızda daha önce yazdığımız bir çalışmamızda taslağını verdiğimiz bulguları kısaca özetleyeceğiz. (M.Baranger and W.Baranger 1961-1962)
I- ANALİTİK DURUMUN ÖZELLİKLERİ
Analitik durum temel olarak iki kişilik bir durumdur. Olan biten her şey bu iki kişilik alanda oluşur.
Analitik ortam iki kişiliktir, üçüncü bir kişinin dâhil olduğu ortamda analitik ortam oluşamaz.
Bu kurgusal durum mekânda, zamanda tanımlanmıştır (ne zaman ve nerede seanslar yapılacak anlamında) ve analist ile hasta arasında da asimetrik işlevsel bir tanım yapılmıştır.
Zaman mekân belirlidir. Hasta ve terapisti arasındaki asimetrik tanım yapılmıştır. Buradaki asimetrinin kaynağı kurulan ilişkinin doğası gereği tedaviyi alan ve tedaviyi veren olarak tanımlanmasından kaynaklanır, bu ilişkide analitik ortamın oluşabilmesi hasta için onun adına en sağlıklı ve verimli olanın ne olduğunu anlamaya yaramaktadır.
Bu durum iki kişi arasında oluşmuşsa da nāmevcut olarak üçüncü de oradadır, hemen anlatılmaya ve üzerinde konuşulmaya başlanır.
Analitik ortam iki kişiyle kurulmaktadır ancak üçüncünün varlığı anlatılanlarla ortama dâhil olur bu durumda ortam üçlenir. Seansa annem, babam, eşim gelsin demek nāmevcut üçüncü içinde orada anne, baba, eş vs. ortamda yoklar, ama anlatılmak suretiyle oradalar.
Böylece ödipal üçgen yeniden üretilir. Ödipal üçgen nevrozlarda ve evrimsel olarak çok önemlidir. Belirli durumlarda bu üçlü ilişki bir gerileme (regresyon) ile ikili ilişkiye veya çok kişili bir ilişkiye dönüşür.
Çocuklukta yaşanamayan ödipal durum yinelenir. Nevrozlarda bu durum önemlidir. İnsanlık kültürü ödipal durum üzerinden aktarılır. Burada zaman zaman üçlenen ilişki regresyon ile (bebekliğe gerileme olarak düşünülebilir) ikili ilişkiye veya çok kişinin olduğu bir ilişkiye dönüşür. İkili ilişkide anne bebek ilişkisinin tekrarlandığı durum oluşur. Burada hasta bebek annesiyle olan deneyimini tekrarlar. Ödipal sürecin insanlık kültürünün aktarımında önemi de burada devreye girer. İkili ilişkiden anne-baba-çocuk ilişki düzlemine (Üçlü ilişki örgütlenmesi) geçilemediğinde hastanın ikili düzlemde kalması, bireyselleşme ve ayrılma gibi deneyimleri tamamlayamadığı bir durum oluşturur.
Her halükârda üçgen temel durumdur ve bütün diğer durumlar burada yapılanır.
Hastayla kurulan ilişkide tedavicinin aldığı sorumluluğun farkında olması hayati önem taşır. Hastanın kendisiyle yüzleşebilmesi, kendisini anlayabilmesi ve problemlerini denetleyebilir hale gelip, hayatını doğru oluşturabilmesi için üstlenilen bir sorumluluktur. Bu da zaman zaman tedavicinin ilişkide ebeveyn rolüne girmesine yol açabilmektedir. Burada tedavicinin temkinli olması gerekir. Klasik terapide beklenen; terapötik ortamda aktarımın gerçekleşmesi ve hastanın anne-baba çatışmalarının tedaviciye yansıması ve geride bırakılmasıdır. Kernberg haftada bir-iki seans ve altı ayla bir yıla kadar bunun olacağını söylemektedir. Hasta, anne ile olan problemleri terapistle yaşar ve bu sorunları çözer sonra babayla olan problemleri terapistle yaşar ve bunu çözüp gider.
Nevrozlarda bu durumun önemi gözlemlenmektedir. Nevrotik bir hasta tamamen yeterli olmasa da ruhsal bir doyum sağlayabildiği bir aile içinde yaşamış, iyi kötü annelik almıştır. Bu durum hastayla oluşacak olan analitik ortamda yeniden deneyimlenen anne-baba ilişkisinde sorunların çözümlenmesi için hayati önem taşır. Anne ve babanın çocuğuna sorunlarını tanımlanabileceği ve ele alınabileceği kadar bir yatırım yapmış olması, bakım vermiş olması gerekir. Aksi takdirde hasta anne ve babasıyla ilgili duygularını (öfke gibi) tedaviye getirse de tedaviciye aktarım yapabileceği kadar bir referansı olmayacaktır.
Bu noktada bir paradigma değişikliği vardır; tedaviciyle hasta arasındaki dengeyi bozan, analitik ilişkinin tıkanma noktalarını yakalayıp çözmek -grup terapilerinde bu daha kolay oluşuyor, tıkanıklık çözülebiliyor-. Bu kitap tıkanıklığı nasıl ele alacağımızı anlatıyor. İki insanın derinlikli bir ilişki oluşturması ve bunu bozan sebepler anlatılıyor. Bir alan oluşuyor ve bu alanı ne tıkıyor? Alan, iki insanın birlikte oluşturduğu ortamın adıdır. Burada bahsedilen alan aynı zamanda analitik ortamdır. Tedaviciyle hastanın problemleri örtüştüğünde ise alan tıkanır. Karşıaktarım burada önem kazanır; tedavici karşıaktarıma bakarak hastayı anlamaya çalışır.
Analitik durum esasta belirsizdir (muğlak), “mış gibi” yaparak çalışır. (Analist benim babam”mış” gibi… vb) Eğer bu belirsizlik (muğlaklık) kaybolursa, (analist benim düşmanımdır, ya da sadece analistimdir) sürecin çalışması durur. Bu belirsizlik ayrıca zaman açısından, (şimdiki zamanın içinde geçmiş ve gelecek de vardır) mekân açısından, (orada aynı zamanda burada olmak) ve bedensel duyumlar açısından da (analist ve hasta arasındaki fiziksel sınırlar silinebilir ve hasta analisti içindeki fetus gibi hissedebilir… vb) oluşur.
Analitik ortam muğlaktır, “mış” gibidir. Bu durum hastanın anne veya babasını tedaviciye yansıttığında ‘annesiymiş’, ‘babasıymış’ gibi yaşamasına yarar. Bu muğlaklık kaybolursa analist hastanın düşmanı gibi olur. Hastanın annesiyle olan öfkesini benimseyip tedaviciyle yaşıyor olması lazım ki ortam analitik bir ortam olarak deneyimlensin.
Hasta geçmişten gelen korkularını, hayal kırıklıklarını şimdiye ve tedaviciye taşır. Regresyon düzeyi artıp bebekliğe daha da gerilediğinde, hastanın tedaviciyle olan etkileşimindeki derinlik oldukça artar ve anne bebek ilişkisi gibi parça-bütün ilişkisi oluşur. Çok derine inince sınırlar kalkar, anne karnındaymış gibi kutsallık duygusu oluşur.
C- Analitik durumun iki kişilik alanı üç temel biçimlenime (konfigürasyon) göre yapılanır. 1- Analitik kontratla belirlenen yapı (temel kurallar, anlama taahhüdü, yargılamama… vb) 2- Seanslar içinde ortaya çıkan materyalin oluşturduğu yapı (hasta analistine muhtemelen istekli olarak hayal kırıklıklarını anlatır, örneğin karısının ona acı çektirdiğini anlatır… vb.) 3- Bu açık içeriğin ortaya çıkmasına neden olan bilinçaltı fantezinin yapısı. Bu materyal bilinçaltı veya latent durumdadır (arka planda, gizli) (analist-baba ile eşcinsel birleşme fantezisi gibi)
Yapılacak yorumun önceliği bu üç konfigürasyonun kesişme noktasını bulabilmektir. Bu üç yapı bu yorumda birleşir.
Hastanın tedaviciyle ilişkisinde zamanla bir fantezi oluşur. Tedavicinin de tedavici olmakla, hastaları kurtarmakla ilgili bu fanteziye paralel bir fantezisi varsa bu fantezilerinin ortaklığı ana alanın arka planındaki iki insanın beraber oluşturdukları bu fantezinin sürdürülmesi gibi bir amaç oluşturur.
Bazen bu fantezinin gerçekleştirilme isteği tedavi ilişkisinde öne çıkabilir. Bu durumda ortamda konuşulmaya ihtiyaç duyulan konuların önüne fantezi geçebilir ve asıl konuları konuşulamaz hale getirebilir. Terapötik ortamda bir tıkanma olduğunda, bu ortak fantezinin ortamı tıkıyor olabileceği akla gelmelidir. Sanki ortak bir amaçta birleşilemiyordur; hastanın dünyasında kendi fantezisini gerçekleştirme ihtiyacı öne çıkarken tedavici de işini yapmaya çalışıyor ve düğümü çözmeye çalışıyordur. Bu durumda “iş birliği bu sebeple mi bozuluyor” diye sorgulanmalıdır. Mesela; tedavici hastanın kendi başına hareket etmeye başladığını ve kendisini duymayı ihmal ettiğini algıladı; “ajandalarımız farklı mı” sorusu aklına gelmelidir. O benim ona şefkatli bir ebeveyn ya da oğluna âşık bir anne mi olmamı bekliyor?
Analitik ortamda fantezi iki tarafın da mutabık olduğu bir fantezidir. Tedavici anne olmayı kabullenir, hasta da kendi annesinden daha iyi bir anne bulmayı kabullenmiş olur ancak hasta çeşitli sebeplerle bunu değiştirmeye çalışırsa analitik ortam tıkanır.
Bu öncelikli nokta yalnızca hastaya bağlı değildir (analist her ne kadar hastaya bir telkinde bulunmamaya veya empoze etmemeye çalışsa da). Analist yorum ve malzeme seçimi ile sürece yön verir. (Lacan 1958) Öncelikli nokta bilinçaltı fantezidir, fakat bu fantezi analitik çiftin fantezisidir. Analist pasif durumda olmasına rağmen hastanın fantezisine maruz kalır, onun bilinçaltı hastanın fantezisine cevap verir ve onun gündem oluşturmasına ve yapılanmasına katılır. Öncelikli nokta bilinçaltı fantezidir. (Çiftin içinde bu şekilde yaratılır). Bu fantezi çiftin dinamik yapısı olarak tanımlanabilir ve her an oluşan iki kişilik alana anlam verir.
Burada oluşacak olan durum akli bir durum değildir. Hastanın yansıtmalı özdeşleşiminin uyandırılmasına tedavicinin katılması ya da katılmaması belirleyicidir. Tedavicinin katılımı süreci bozacaksa katılmamalıdır. Böylece yeni yansıtmalı özdeşleşim yoluyla mutabık olunacak bir alan yaratılmaya çalışılır. Hasta tedavicinin onun iyiliğini istediğinden, onu kandırmayacağından, ona hükmetmeyeceğinden, ondan yararlanmayacağından emin olmalıdır.
E- Analitik durum bir “çift durumu” olarak tanımlanabilir. Çiftin tüm akla gelebilecek durumları (ve diğerleri) orada bir deneyim olarak yaşanır ancak hiç birisi hayata sokulmaz (eyleme dökülmez). Her an değişebilir olması ve belirsizliğini koruması esastır.
Analitik çift karşılıklı yansıtmalı özdeşleşim tarafından tanımlanır. (Amado Levy-Valensi 1963) Taraflar arasında hastanın projektif idantifikasyonu ve analistin projektif idantifikasyonu ve projektif kontridentifikasyonu arasındaki etkileşimler söz konusudur. (Grinberg 1956) Bu sürecin hastada ve analistte kendine özgü bir durum yaratması kaçınılmazdır.
Örneğin; anne bebek ilişkisinde, anne bebeğin projektif identifikasyonuna açıksa bebeğin ne zaman acıktığını anlayacaktır.
F-Analitik durumun dinamikleri –ki buna transferans/kontr-transferans dinamiği olarak birincil durum diyeceğiz– iki şeye bağlıdır. Analist ile hastanın birlikte bütünlüklü olarak her iki tarafın bilinçaltı ile oluşturdukları birincil alan ve analistin yorumları. Analiste gelince; analist, malzemeyi seçerek kısmen alanın dinamiklerini etkiler. Analist ile hasta arasında ortak bir dil oluşur. Bu dil her analitik durumda analist her durumda aynı da olsa farklı oluşur. Analitik durumun dinamikleri, analiste, onun kişiliğine teknik özelliklerine, donanımına, benliğine, hastanın çatışmalarına, dirençlerine ve tüm karakterine bağlı olarak şekillenir.
G- Freud’dan beri “transferans nevrozu” diye adlandırılan ve daha sonra buna eklenen “transferans psikozu” denen kavram aslında bir transferans/kontr-transferans mikro nevrozu veya mikro psikozudur; hastanın içinde değil, iki kişilik alanda oluşan patolojik bir süreçtir. Her analist, bu sürece ne kadar dâhil olduğunun farkındadır. Analistin işlevi, kendisini içinde bulduğu ve hasta ile ilişki içinde olduğu için zaten dâhil olduğu alana katılmaya kendine izin vermektir, ama bir yandan da hem hastayı hem de kendini kurtarmaya çalışır çünkü her ikisi de aynı sandaldadır.
H- İki tarafın da kurtulması ancak yorumlama ile mümkün olur. Yorumlar yeterliyse birincil ikili alan topluluğundan (bebeksi alan) başka bir topluluğa geçiş imkânı oluşur. Bu alanda nevroz veya psikozun bir kısmının üstesinden gelinmiştir. Analistin eğitimi, esas olarak onun alan patolojisine dâhil olmasını sağlamak ve aynı zamanda onun altından kalkmasını da becerecek donanımı vermek için kullanılır. Analistin kişisel nevrozunun önceki zamanlardaki yönleri ve kalıntıları büyük önem taşır. Bu nedenle belirli özellikleri olan bir hastanın belirli özellikleri olan bir analistle analizde olması istenir.
Tedavici ve hasta beraber problemli bir alan oluşturur. Bu nevroz ya da psikozdur. Hasta bunu tek başına oluşturmaz, bunda her ikisinin de payı vardır. Psikoz bir kırılmadır, bu durumda tedavici hastayı tam anlayamamıştır. Tedavide düğümleri çözemediğini gösterir. Tedavicinin neyi atladığını görmesi gerekir. Analistin nevrozu önemlidir, benzerinin nevrozlu hastayla olması istenir.
İ- Hastanın “nevrozu” veya “psikozu” kavramı kendi başına herhangi bir işlemsel değere sahip değildir (bu, hastaya konan teşhisin veya hastanın yapısının anlaşılmasının önemini ortadan kaldırmaz) ancak iki kişilik alanda gelecekteki analistin özellikleri ve yine gelecekteki öngörülebilir durumlar için bir fikir verir.
İçgörü, kendi intrapsişik süreçlerine kolay erişimde yetenekli bir bireyin olumlu bir özelliği olarak tanımlanabilir ve birkaç çeşidi vardır. Burada içgörüyü iki kişilik alanda, yorumdan yararlanmaya müsait ve analitik duruma uygun bir özellik olarak değerlendiriyoruz.
İç görü geliştirme kabiliyetinin oluşabilmesi için bir insanın bebeklik döneminde onun ihtiyaçlarını, yansıtmalarını duyan, gören ve buna karşılık veren bir annesi (bakım veren) olması mecburidir. Bu durum herkes için yaşanılabilir olmamaktadır bu sebeple iç görüsü olmayan insanlar vardır. Örneğin, yetiştirme yurtlarında büyüyen kurum çocuklarında bu kabiliyet gelişmemiştir. Her şeyi çok somut algılarlar ve kendileri için kullanılabilecek hale getiremezler. Başka bir örnek ise psikosomatik özellikleri olan insanlarda gözlemlenebilir. Psikosomatik hastaların problemlerini organ düzeyinde ifade etme eğilimleri vardır. Duygularını tanıyamaz, tanımlayamazlar, mesela; sık ishal olan ve migreni olan insanlar kendi öfkelerini tanımazlar. Psikosomatik insanlarda çok belirgin annelik eksikliği vardır. Önce iç görü geliştirecek hale gelmeleri lazımdır.
J- Alanın işlenmesi süreci, analistin yorumundan ve hastanın “anlayışından” oluşur. Bunu daha derinden incelersek iki değil, yalnızca bir süreç olduğunu anlarız. Hastaya ulaşmayan bir yorum işe yaramaz ve vazgeçilebilir. Hastanın tek başına bir şeyi anlamış olmasının analitik süreç üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Spesifik analitik içgörü, karşılıklı olarak hastanın ve analistin oluşturdukları alandaki bilinçaltı içeri anlamaları ile oluşur. Bu anlayış mevcut patolojik durumun altından kalkmayı ve her iki tarafın da probleme dâhil olmuş parçalarının kurtarılmasına izin verir.