Dünya

         Bu metni, son zamanlarda Türkiyenin yeni bir gelecek oluşturması zaruretini dile getiren politika oluşturucularının dikkatini yeni kuşağın içinde bulunduğu durum ile ilgili olarak bilgilendirmek ve yakın gelecekteki tehlikeler karşısında  kamuoyunu  uyarmak amacı ile kaleme alıyoruz.  

       Bizler, erişkin, gençlik ve çocuk ve aile  psikoterapisi ile uğraşan bir danışmanlık bürosunda çalışan psikiyatr, psikolog ve sosyolog grubuyuz. Bizden yardım almak üzere başvuran kişilerle yaptığımız düzenli görüşmelerde onların ruh hallerini, sorunlarını, korkularını, dürtüsel dünyalarını, içlerinde büyüdükleri aile ortamını, değer sistemlerini, gelecekleri ile ilgili tasavvurlarını, oluşan kapasitelerini artı ve eksilerini yakından görmek ve gözlemek imkanı buluyoruz.18-25 yaş grubundan birçok hastamız var.Bu çocukların kendilerinden önceki kuşaklarla aralarında önemli farklar var. Bu farkların bazıları bu çocukların kendilerinden öncekilerden daha olumlu özellikleri olarak yorumlanırken bazıları da daha sorunlu bir kuşak olarak algılanmalarına yol açıyor. Ülkeyi yöneten kuşakların kafalarının çok karışık olduğunu gördüğümüz için bu metni yazmaya karar verdik.

      Her şeyden önce yeni kuşağın karakteristiklerinin Türkiye’ye özgü olmadığını, küresel düzeyde  bir  değişimden  söz edilebileğini ama ülkeler arasında farklılıklar da olduğunu belirtelim.  Bu kuşağın farklılıklarına sebep olan en  temel iki belirleyici bizce “aile sisteminin” değişmesi ve klasik anlamda aile kavramının bozulmaya başlaması  ve digital teknolojideki çok hızlı değişimin günlük hayatının rutinini ve alışkanlıklarını da hızla değiştirmeye başlaması.  

      Önce 18-25 yaş kuşağının artılarını ve eksilerini gözden geçirelim. Bu kuşak farklılığı sorun etmediği gibi farklı olmaktan, ilginç olmaktan memnuniyet duyuyor hatta zorlamalı farklılıklar oluşturmaya çalışıyor. Giyim kuşam, dövmeler, saç şekilleri, saç renkleri değişik olma eğilimlerini ortaya koyacak şekilde seçiliyor. Bu farklı olana hoş görülü ve öfkesiz yaklaşım, milliyetçilik, ırkçılık, taraftarlık, bölgecilik gibi ortak özelliklerin ayrımcı bir grup psikolojisini oluşturduğu biz ve başkaları, biz ve ötekiler yaklaşımını ortadan kaldırıyor. Böylece kendinden farklı olana karşı  daha önyargısız, hoşgörülü  ve demokrat bir kültüre daha uygun bir kuşak oluşuyor görüntüsü ortaya çıkıyor. Halbuki daha derinden bakılınca bu kuşakta kimlik oluşumu ile ilgili bir sorun görülüyor. Bu çocuklar annesiz babasız gibiler, ebeveynlerine ruhsal yatırımları yok ve kendilerini bir ailenin, bir anne babanın, bir sülalenin, bir  ülkenin,bir etnik gurubun mensubu olarak görmüyorlar. Kimliklerini dövmeleri,  dış  görünüşleri, oynadıkları bilgisayar oyunları ile tanımlıyorlar.

       Dış gerçeklikle ilişkileri zayıf olduğu için hayal dünyasına kaymaya fazla eğilimliler ve hepsinin kafasında gelecekle ilgili bir sürü proje var, dünyaya bu projeleri üzerinden bağlanıyorlar ve bu projeler daha çok yurt dışına yerleşmek, dünyayı gezmek, bir farklılık yaratıp çok para kazanmak gibi içerikler taşıyor. Bir aile kurmak, biriyle bir sevgi ilişkisi yaşamak, beraber mutlu olmak gibi hayalleri yok. Bu varoluş biçiminin arkasında hiç bir şeye fazla bağlanmak istemeyen, var oluşunu anlamlandıramayan, canı sıkılan, yüzeysel, insanlığını kültür birikimine bir ilgisi olmayan, edebiyattan, müzikten anlamayan ve merak etmeyen aslında derin bir bilgi eksikliği taşıyan gençler görüyoruz

         Bu kuşağın cinsel kimliği ile ilgili fazlasıyla kafası karışık, yaş 20lerin ortalarına doğru kaydığında kendilerini biseksüel olarak tanımlama eğilimi artıyor, genel olarak cinsel hayatları çok sönük, partneri olan çoğu çift çok seyrek birlikte oluyorlar. Dış görünüşlerindeki seksapel cinsel hayatlarıha yansımıyor. Genel olarak bu yaş gurubunda sevme kapasitesinin düştüğünü, arkadaşlık ilişkilerinin oyun arkadaşlığına dönüştüğünü, partner ilişkilerinin de ev arkadaşlığına benzediğini, birbirleri ile ilgili bir sorumluluk alamadıklarını gözlüyoruz. İlişkiler yüzeysel kaldığı, birbirine bağlanma çok eksik olduğu için ilişkiler çok çabuk bitiyor. Hızlı biçimde birbirlerinden sıkılıyorlar.   

          Bu yaş gurubundaki en önemli doyum kendini göstermek, dış görünüşü ile fark oluşturmak ve kimseden geri kalmamak için başkalarının ne yaptığı ile meşgul olmak. Böyle olunca bir imaj oluşturmak, tarz oluşturmak büyük ve önemli bir mesele haline geliyor. Kendini göstermek ve başkalarının ne yaptığının takibi sosyal medya üzerinden gerçekleşiyor ve bu durumda arkadaşlardan çok sosyal medya öne çıkıyor. Ruhsal yatırımın kendini göstermeye ve başkalarını izlemeye dönmesi doğal olarak yakın ilişkideki kişilere daha az yatırım ve birbirinden ve cinsellikten uzaklaşma anlamına gelir. 

         Başka dikkat çeken bir özellikleri fazlasıyla çocuksu olmaları, kendilerine sahip çıkmak ve bu konuda kendilerini geliştirmek yerine her şeyi para ile çözmeye çalışmaları, her şeyin kolayına kaçmayı akıllık zannetmeleri. Genel olarak bir enerji eksikliğine sahip oldukları, dikkatlerinin kolay dağıldığı ve canlarının fazla sıkıldığı söylenebilir. Bu durumda sosyal medya hem kendilerini var edebildikleri bir platform olarak hemde oyalandıkları, can sıkıntısından kaçabildikleri, hem de oturdukları yerden katılabildikleri bir ortam olarak bu gençler açısından gerçek dünyanın yerine geçmekte ve neredeyse onlara bir aile ve ebeveyn olmaktadır. Böyle olunca çocukların gerçek ebeveynlere olan ruhsal yatırımları azalmakta onları idare etmeye ve geçiştirmeye çalışmaktadırlar. Onları anlayışsız ve cahil olarak algılamakta ve küçümsemekte esas yatırımları ise yeni dünyaları olan sosyal medyaya yönelmektedir. Elbetteki bu durum, bu kuşakta sosyal medya bağımlılığına ve sosyal medyaya erişim sağlayan cep telefonu, bilgisayar gibi araçlara muhtaç hale gelmeye sebep olmaktadır.

        Bu yaş gurubunda ruhsal yatırım gerçek dünyadan sanal dünyaya, sosyal medyaya kaydığı için dünyanın sorunlarına ve politikaya ilgi dahil olduğu sanal çevreninki kadardır. Ruhsal yatırım kendini göstermek ve başkalarının ne yaptıkları ile ilgilenmek, dahil olduğu sanal sistemde ilginç, popüler ve enteresan olmak, orada bir imaj oluşturmak (kimlik sahibi olmanın yerini imaj sahibi olmak almıştır) düzeyine gerilediği için dünyanın sorunları onları derinden etkilemez. Genel olarak apolitiklerdir. Oluşturdukları altkültür onların esas yatırım alanıdır. Özetle gerçek dostluk ve aşk yaşayamayacak durumda, ebeveyn ve eş olma kapasitesi olmayan, insanlara, ülkesine, halkına bağlanamayan bir kuşaktan bahsediyoruz. Bu çocuklar, enternet ortamındaki  küçük dünyalarında yaşarken dış dünya ile küçük bir çocuk gibi ilişki kurarlar  ve can sıkıntısından ve sıradan olmaktan kurtulmaya çalışmak en önemli amaçları haline gelmiştir.

        Bu durumun ana nedeni dünyadaki ekonomik sistemin dünyayı üretici bir alan olmaktan çıkarıp dünyadaki bütün toplumları tüketici toplumlara dönüştürmüş olmasıdır. Bu dönüşümün en önemli sonuçları, iklim krizi, ekolojik yıkım, kadın emeğinin daha yoğun kullanılması ve aile sisteminin çökmesidir. Aile, insanlık tarihi boyunca insan yetiştirme tarlası olmuştur ve insanlığın devamlılığı aile üstünden sağlanabilmiştir. Ailenin en temel özelliği ve olmazsa olmazı “en zayıfın en çok korunması ve en güçlünün en fazla fedakarlık” yapmasıdır. Bir sistem bu özelliğini kaybettiğinde aile olma vasfını kaybeder ve çocuklar anne babasız kalır. Yukarda anlattığım yeni kuşak bu ailenin çöküşü sürecinin en az zarar görmüş kısmını oluşturur. Arkadan gelen daha küçük çocukların daha da sorunlu olduklarını görüyoruz. Giderek daha sorunlu olan ve daha çok sıkılan çocuklar için en büyük tehlike uyuşturucular olacaktır.

        Bugünün ebeveynlerinin çocuklarına yatırımları eski kuşaklara göre çok az. Her şeyden önce hayat tarzının değişmesi yeni yatırım nesnelerinin ortaya çıkması (cep telefonu, bilgisayar, kariyer yapma isteği) kadının aileye yapabildiği yatırımı azalttı. Çocuklara oyuncaklar alarak, onlara çeşitli rüşvetler vererek anne babaya sorun çıkarmaları engellenmeye çalışılıyor. Çocuğun eline oyalanabileceği bir şeyler vererek gelecekteki enternet bağımlılığının temeli atılıyor. Anne babaların birbirleri ile ilişkileri arkadaşlığa dönüştü. Bu ortamın sevgi içeriği dürtü ve aşk oluşturmaya uygun değil, çocuklar, bu aile yapısı içinde ruhsal gelişmelerini sağlayacak bir ortam bulamıyorlar. Dünyada aşk ve sevgi dönemi bitti, onun yerini herkesin kendini göstermeye ve övmeye çalıştığı bir döneme geçildi. Doğal olarak bu ortamdan en zayıflar yeni çocuklar zarar görüyorlar.

       Teknolojideki gelişmeler günlük hayatın alışkanlıklarını ve kalıplarını değiştirirken bütün ilişkiler yeniden tanımlanıyor. Öncelikle kadın ve erkek rolleri ve cinsellik yenni bir formata dönüşüyor. Evde kullandığımız beyaz eşyalar çamaşır, bulaşık makineleri, kendi kendine evi süpüren makineler günlük hayatı kolaylaştırırken insanları çocuksulaştırıyor, insanlar her şeyi ayaklarına bekleyen çocuklara döndüler. İnsanların bütün hayatları verilen emri yerine getiren makinelerin içinde geçtiğinde çevrelerindeki insanlardan da aynı şeyi beklemeye başlarlar ve istedikleri olmadığında öfkelenirler, bu öfkeyi ortaya dökmediklerinde insanlardan yatırımlarını çekmeye başlarlar, yalnızlaşırlar. Günümüzün dünyasında insanın kendi yeterliliğini arttırarak bir erişkin hayatı yaşaması yerine (erişkin hayatı aşk ve sevgi üzerine kurulan bir hayattır)  bütün sorunlarını kazandığı para ile çözmesi ve bir çocuk hayatı yaşaması özendirilir. “Evde yemek yapmaya, kendine çay yapıp içmeye ne gerek var, ısmarla dışarıdan gelsin”  mantığı hakim kılınır.

       Şimdi önümüzdeki soru kadınları tekrar erkeklerin insafına bırakmadan, onları geleneksel kalıplara sokmadan, kimseye muhtaç olmayacak bir durumda tutarak aile sistemini nasıl onaracağımız ve çocukları harcanmaktan kurtaracağımızdır. Bunun için kadın erkek sevgisinin yeniden öne çıkması, iki cinsin birbirini tamamlayarak, birbirlerine daha fazla yönelmesi ve bir aile oluşturabilmesindedir. İnsanlara mutluluğun başka bir insanla oluşturabileceğimiz derin ve cinsellikle zenginleşmiş bir ilişki içerisinden çıkabileceği gerçeği unutturuldu. Bütün insanlık birikimi bunu anlatırken bugün kullanılan eşyalarla, para ile satın alınabilen oyuncaklarda mutlu olunacağı masalları anlatılıyor ve insanlar bu masalla mutlu olmuş kimse yok iken bile bu masalın peşinde koşuyorlar. 

       Bugün politika oluşturucuların geleceğin Türkiyesinin oluşturulması projesinde toplumu daha geniş bir perspektiften ele almaları gerekir. Örneğin insanların birbirine güvenebilmesi için hukuki mevduatın suistimalleri, hırsızlığı, gücün kötüye kullanılmasını engelleyememesi halinde bu memlekette kooperatifler yaşayamaz, üretim seferberliğine geçilemez. Yalan ve algı yönetimi toplumu içten çürütür, kandırmak ağır bir insan hakkı olmalıdır. Basın özgürlüğü bu açıdan toplumun bir teminatıdır. Reklamların insanları sürekli daha fazla tüketime yönlendirmesine seyirci kalmak etik değildir.  

       Bugünkü muhalif hareketlerin (Millet İttifakı) gelişmeci ve büyümeci bakış açısından kendilerini sıyıramadıklarını ve daha fazla büyüme ve zenginleşmeyi esas hedef olarak muhafaza ettikleri görülüyor.  Bu yaklaşımın gelişme ve zenginleşme denen hedeflerin getireceği sorunların farkında olmadığı ve ruhsal alandaki kayıpları görmediği bizim gibi insanların zenginleşmesi yerine mutlu olmalarına yardımcı olmaya çalışan mesleklerin perspektifinden çok açık görünmektedir. Mutlu olmak için kimseye muhtaç olmamak, diğer insanlarla kendilerini eşit hissetmek, böylece kıskançlık ve haset tarafından yönetilmeden, sevebilecek durumda kalarak bir büyük bütünlüğün parçası olabilmek gerekir. Gelişme ve zenginleşme bunları bozuyorsa faydadan çok zarar getirir. Örneğin “metaverse” niye sevinçle karşılanıyor biz bunu anlayabilmiş değiliz. İnsanların yalnızlığını birileri paraya çevirecek.

       Bizim kanaatimizce politika oluşturucuların dünyayı dünya ekonomik sistemin gözünden değerlendirmesinden kaçınması şarttır. Dünya sistemi bizim çıkarlarımıza hitap ederek bizi yönetiri bizi içimizdeki sevgi ve iyilik yönetmelidir.   

Dr. Erdoğan Çalak