Film: ANTICHRIST (Deccal) (2009)
Yönetmen: Lars von Trier
ODAK DANIŞMANLIK FİLM ANALİZ GRUBU
Filmin Konusu :
1- 2 yaş arasında gibi görünen bir çocukları olan çiftin odağımızda olduğu filmde erkek psikolog, eşi ise akademisyendir. Bu iki insanın aralarında yoğun bir dürtüsel çekim olduğu bellidir. Kadın, tarihteki kadın katliamlarıyla ilgili bir doktora çalışması yapıyor. Bir gün sevişirlerken çocuk yatağından çıkıyor, odayı dolaşıyor ve sonra pencereyi açıyor, düşüyor ve ölüyor. Bu olayın ardından anne çok ağır bir depresyona giriyor ve hastaneye yatırılıyor. Aylarca hastahanede kalıyor. Kadının toparlanacak hale gelmesi çok uzun zaman alıyor, komada gibi yatıyor.
Kadın ilaçlarlarla ağır ağır toparlanır, ama psikolog olan kocası; karısının doktorunun ona gereksiz yere fazla ilaç verdiğini, yasın normal bir reaksiyon olduğunu, bu kadar ilaç içmenin yas sürecini durdurduğunu ve iyi gelmeyeceğini düşünür. Ağırlığını kullanarak karısının hastahaneden çıkartılmasını sağlar. Kadın hastahaneden çıktıktan sonra adam kendisi de tedavici olduğu için; karısına onu kendisinin tedavi etmek istediğini söyler ve onu ikna eder. Karısının en çok nelerden korktuğunu anlamaya çalışıp, tedavisini kendi kafasında planlar. Çiftin ormanda bir kulübeleri vardır, adam karısının o kulübede çok tedirgin olduğunu ve korktuğunu anlayınca oraya gidelim der ve birlikte oraya giderler Film bu seyir ile devam eder.
Karakterlerin özellikleri :
Adamın biraz omnipotans özellikler taşıdığını görüyoruz, insanları,çevresini ve içinde bulunduğu ortamı kontrol etmeye meraklı, karşındaki insana telkinlerde bulunmaya ve algı yönetimi yapmaya, onu kendi istediği gibi, kendi gördüğü gibi görmesini sağlamaya çalışan biridir. Gördüğümüz kadarıyla dayatıcı, kontrolcü ve baskıcı bir adamdır. Bir insanla kuracağı ilişkide, daha çok bir tahakküm ilişkisi yaşamaya uygun bir karakterdedir.
Bizce bir diğer önemli ayrıntı adamın çocuğuna bir yatırımının olmaması yani ölen çocuk adamın da çocuğu ancak kadın ağır bir depresyona girerken adamın öyle etkilendiğini görmedik. Bu sebeple adamın kendi ölen oğluna bir yatırımının olduğunu düşündürecek bir şey olmadığını söyleyebiliyoruz. Adam neredeyse kadın hastalandı ve yeni bir vaka buldu diye seviniyor gibi bir izlenim veriyor. Bunun da sebebi muhtemelen kadın üzerindeki kontrolünü daha kolay pekiştirecek bir durum, bir ortam bulmuş olması olabilir.
Kadının yapısına gelirsek; önceleri kadının çektiği acıdan, çocuğun düşmesine verdiği tepkiden, kadının çocuğuna ciddi şekilde yatırımı olduğunu düşünüyoruz, ama filmin ilerleyen sahnelerinde çocuğun ayağında bir sakatlık olduğu ve o sakatlığın da annenin çocuğa ayakkabılarını ters giydirerek kendisinin oluşturduğunu anlıyoruz yani annenin çocuğuna düşkün, ama çocuğunun ayaklarını sakatlayarak, onun kendinden çok fazla uzaklaşmasına engel olmaya çalışan, çocuğu kendinde tutmaya çalışan, öfkeli bir anneliğinin olduğunu anlıyoruz.
Bize göre kadın hem çocuğun kendini aşağı atmasını istiyor hem de istemiyor, ama çocuğun kendisini atmak istediğini de biliyor bir tarafıyla çocuğun ölmesini istediğini bildiği için bu olaydan sonra kendini çok fazla suçluyor ve aylarca komaya giriyor. Bunun adı aslında sevgisizlik değil sapıklık dediğimiz şeydir.
İlerleyen sahnelerde kadının kendisine de büyük bir öfkesi olduğunu görüyoruz. Bunu da kadının kendi klitorisini kesmesinden anlıyoruz; kendisine bu kadar öfkeli olan bir kadının muhakkak kendi doğurduğu çocuğuna da öfkesi olacaktır. Zaten sapkınlığın özünde bu durumun olduğunu görüyoruz.
Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için sapkınlığa değinmek faydalı olacaktır. Sapkın insanlar birbirlerine öfkelidir. Sapkın anne bebeğine öfkelidir, sapkın annenin bebeğine bu öfkesi aslında onun kendine duyduğu öfkenin tezahürüdür. Tabii ki her anne çok yorulduğunda, çocuk ağladığında onu susturamadığında bebeğine öfkelenir, bizim bahsettiğimiz bu öfke değildir; herhangi bir sebep yokken, bir insanın farkında olmadan kendine duyduğu öfkedir.
Burada şu soru sorulabilir: Bir insanın farkında olmadan kendine öfkeli olduğunu nasıl anlarız? Kendisini devamlı kötü durumlara düşürmesinden, bir türlü kendinden memnun olamamasından, kendisini çirkin bulmasından, pimpirikli olmasından, hep hastalanmaktan korkmasından, kendi vücuduyla oynatmasından (dövme yaptırmak, gereksiz estetik operasyonlar) ve bütün bunlar gibi…
İlerleyen sahnelerde kadının, doktora tezini yazmak için bir sene önce çocuğuyla birlikte ormandaki kulübeye gittiğini görüyoruz. Doktora tezinin konusu olan kadınların tarihte maruz kaldığı katliamlar üzerine çalışırken yavaş yavaş hastalanmaya başladığını anlıyoruz. Kadının tezinin merkezi olan; kadın katliamları ile ilgili çalışırken, aslında kadınların maruz kaldığı öfkeyi tekrar tekrar anlamasının kadında da büyük öfke oluşturduğunu, oluşan öfkeyle de ağır ağır yazısının düzenin, cümlelerinin tutarlılığının bozulduğunu görüyoruz öyle ki; bir süre sonra sesler duymaya başlıyor.
Peki, burada oluşan durum nedir?
İnsan bu dünyaya tutunmak zorundadır. Tutunamayan insanın çeşitli korkuları olur; dışarıdan gelen her gürültüyü öteki taraftan gelen varlıkların çıkarttığı bir şey gibi algılama eğilimi olur. Eğer bu durum çok ilerlediyse örneğin; uzaylılardan korkmak, cinlerden duyulan korku, tekinsizlik yoğun olur. Bütün bunlar bir insan bu dünyaya yeterince tutunamadığında ortaya çıkan korkulardır. Her insanın bu dünyaya bağlılığı, bu dünyaya yapabildiği yatırım kadardır. Bir çocuğun bu dünyaya bağlılığı annesine olan bağlılıktan başlayarak devam eder. Bunun içerisine daha sonra baba, anneanneler, babaanneler, dedeler, arkadaşlar vesaire katılır. Bütün hayatımız boyunca yatırımlandırdığımız her insan bizim bu dünyanın bir parçası olmamızı sağlar. Biz de onlara bağlandıkça bu dünyanın bir parçası haline geliriz. Hatta bunu insanlarla yapamayanların, kedilerle, köpeklerle, hayvanlarla yapmaya çalıştığı ya da mal-mülk edinerek, tarla miktarını arttırarak, para biriktirerek bu dünyanın parçası olmaya duyulan ihtiyaçlarını bu yollarla gerçekleştirmeye çalıştıklarını görürüz.
Bu bilgilerin ışığı altında baktığımızda, bu kadının kocasına olan yatırımının fazla olmadığını anlıyoruz, kocası karısının bu dünyanın bir parçası olmasını sağlayabilseydi, orada bu kadar hastalanma düzeyine gelmezdi.
Burada “kadın kocasına niye bağlanamıyor?“ sorusu gündeme geliyor. Acaba kendisi zamanında annesiyle bir bağlanma ilişkisi yaşayamadığı için mi adama yatırım yapamıyor ve hastalanacak noktaya geliyor? Yoksa adam bağlanılamayacak bir adam ve ancak bu kadar mı yatırım çekebiliyor?
Bir kadın böyle bir adamla evlendiyse, annesine fazla bağlanmadığı için gidip böyle bir adam bulur. Dolayısıyla, cevap birbirinin içindedir. Filmde şunu görüyoruz ki; adamın özellikleri tahakküm edici, her şeyi biraz mekanik algılayan birisi olma yönünde. Kadın bilinçli düzeyde farkında olmasa da ruhu tepki veriyor ve adama bağlanamıyor, ama adamın bir karizması var ve muhtemelen o karizma nedeniyle kadında narsistik bir çekim oluşturuyor.
“Ama burada bunların cinsel hayatı çok iyi görünüyor, bu nasıl oluyor?“ sorusu yerinde bir soru olur. Cinsellik; özellikle kadın cinselliği iki düzeyde aktive olur; ya ödipal bir düzeyde aktive olur ya bir adam onda sevgi uyandırıyordur, adam onun içindeki bebeğe cevap verebilecek iyilik, sıcaklık donanımına sahiptir, işte o zaman kadının içindeki bebek uyanır, bebeğin uyanması ile birlikte cinsellik çok canlanır. Bebeğin canlanması cinsellikte büyük bir canlanma oluşturur ve ilişki hem sevginin hem dürtünün çok yoğun bir şekilde yaşanabildiği bir ilişki olur hem de sağlam ve güçlü bir cinsellik olur. Ancak bunun olması için; adamın sevme kapasitesinin olması yani eşini seviyor ve onun iyiliğini istiyor olması, onun kendisi olmasına izin vermesi lazımdır. Ona tahakküm etmek gibi bir ihtiyacının olmaması gerekir.
Oysa bu adamda bunların olmadığını görüyoruz . O zaman bu cinsellik hangi düzeyde yaşanıyor? Pre-ödipal ya da oral düzeyde yani bebeksi düzeyde yaşanıyor.
Film de bunu çok güzel vermiş. Film boyunca kadının kocasının penisini onun içini doyuracak, dolduracak bir şey olarak algıladığını yani meme yaptığını, kendini canlandıran, kendine iyi gelen, kendini besleyen bir meme gibi algıladığını anlıyoruz
Kadın tabiatının kendinde olmayan bir şeyin, erkekte olanın sahibi olmak, kendinde olmayanı içine alıp, onunla beslenmek isteyen bir ruh taşıdığını, ilişki yüzeysel bir şekilde değil de derin bir şekilde var oluyorsa böyle bir enerji alanının, kadının içinde oluştuğunu, bu filmde çok güzel bir şekilde anlatılmış olduğunu düşünüyoruz.
Tabii ki bebeksi bir durumda haset çok daha yüksek olur. Bir varlık, kendinde olmayan bir şey, başka bir yerde olduğu zaman ona haset eder. Bu bizim tabiatımızda vardır. Doğal olarak kadın da kendinde olmayan bir şeye haset ediyor -ki bunun da filmde çok güzel anlatılmış olduğunu özellikle de kadının, kocası ondan uzaklaşmasın diye onu baldırından yere çaktığı sahnede görüyoruz.
Yukarıda anlattıklarımızdan sonra şu sorunun sorulması son derece yerinde olur; adamın özellikleri kadının bebeğini uyandıracak özelliklere sahip değil, ama buna rağmen kadının bebeğini uyanmış olarak algılıyoruz, bu bir çelişki oluşturuyor mu?
Dürtü uyandığında nasıl bebeği çekerse öfke de fazla uyandığında patolojik regresyon dediğimiz şey olur. Öfkenin fazla uyanmış olmasından kaynaklanan regresyona patolojik regresyon diyoruz. Kadının hastalanmasından, regresyonunun akıl hastalarındaki gibi bir patolojik regresyondan kaynaklandığını anlamış oluyoruz. Herhangi bir insanın içindeki öfke çok arttığı zaman, o öfke onu patolojik regresyona çeker yani bebekliğe çeker, ama öfkeli bir bebek oluşur. Bu nedenle kadının içindeki öfke de çok artıyor.
Peki, patolojik değil de normal sağlıklı regresyon olsa ne olur? Sağlıklı regresyonda insanın içindeki bebek, sevgi nesnesine yöneldiğinde, onunla beraber bir büyük bütünlüğün parçası olma duygusunu yaşar, bu duygu içinde çok fazla sevgi barındıran bir duygudur. Öyle bir durumda da insanların kapasitesi artar yani normal, sağlıklı bir özel hayat yaşayan insanlarda, o özel hayat içerisinde bu sağlıklı regresyon oluşur.
Biz film boyunca neyi görüyoruz? Kadının adama yönelimindeki dürtüsel çekimin arkasında, içindeki bebeğin fazlasıyla uyanmış olması var, ama bu bebek öfkeli bir bebek ve adamın penisini yiyerek onu adamdan almaya çalışıyor. Çünkü penis haset uyandırıyor. Burada iki insan ve aralarındaki çekimin niteliği böyleyken, adamın kadını bir türlü anlamayarak, kadını kafasındaki tedavi programını uygulayacağım diye itip kakması, müdahale etmesi; örneğin; “git köprünün üzerinde korkunu hisset“ demesi gibi davranışçı yöntemlerle bu işi götürmeye çalışması, kadının öfkesinin çok daha fazla artmasına ve adamla olan ilişkisinde tehlikeli bir öfke içeriği oluşturmasına sebep oluyor. Adamın da tüm bunları anlamadığını ve aynı tutumu devam ettirdiğini görüyoruz. Niyeti eşini iyileştirmekmiş gibi görünürken kadının üzerindeki tahakkümünü artıracak şekilde bir tutum takınmaya devam ediyor.
Filmde hayvanların sembolik bir anlamı var mı ?
Adamın içinde adını koymadığı bir öfke var ve o öfkeye uygun olan imgeyi çağırdığını görüyoruz, mesela; çakalı çağırıyor, ayrıca doğuran bir ceylan var. Ceylan imgesi, eşine ilişkin duygusunu ele veriyor; doğurmaya çalışan, ama doğurduğunun sağlıklı bir şekilde ayaklarının yere basmasını sağlayamayan anneyi simgeleyen bir varlık olarak görüyoruz. Bizce adamın eşine karşı bir şefkati de vardı, ama öfkesi de vardı ve çocuğun başına gelenlerden, kadını sorumlu tutuyordu. Doğuramamış, yarım yamalak doğurmuş gibi. O simgesel anlatımlar adamın ruh halinin düzeyi hakkında bize bir fikir veriyor ve son derece ustalıklı bir şekilde anlatılmış.
Son sahnede ise bir sürü kadın yukarıdan aşağıdan ona doğru gelmeye başlar ve adam arada kalır. Bize göre adamın kadınlarla ilişkisi çok zarar gördü. Kadın ruhu çok başkadır, erkek ruhu çok başkadır. Kadınlar ayrı bir klan gibi ayrı bir ruh gibidirler. Erkekler ayrı bir ruh gibidirler ve bu şekilde biraz tahakküm etme arzusuyla kadınlara yönelen ruhlardır. Adam bu haliyle kadınların görmeden yanından geçip gideceği bir şeye dönüşüyor, kendini öyle algılıyor, ama bunları bir farkındalığa dönüştürerek kendini dönüştürecek bir şey olarak değil, başına gelen bir şey olarak anlatıyor.
Filmin adı niye ‘Antichrist’ yani ‘Hıristiyanlık Karşıtı’ diye konmuş ?
Barbar toplumlar ayrı bir kültüre, ayrı bakış açısına sahiptirler. Onlar doğayı yok etmeden, doğayla ahenk içinde yaşamaya, -çünkü doğadan besleniyor yani niye kendini besleyeni yok etsin, öyle algılıyor algısı odur. Şamanistik kültürler daha çok bütünlük içinde yaşama çabası gösterirler. Aslında genel olarak tabiatla olan ilişkilerinde ahenkleşmeye çalışan bir kültür oldukları için, Hıristiyanlığın yayılmasında büyük bir engel oluştururlar ve Hıristiyanlık, Şamanları yok ederek ya da Şamanizm ideolojisinden sapmak istemeyenleri cadı diye tanımlayarak, Orta Çağ boyunca katletmişlerdir. Ortaçağ bütün Roma’dan kalan bütün toprakları Hıristiyanlaştırma çağıdır. Kadının cadıların yakılması ile ilgili söylediği şeylerden sanki içindeki öfke nedeniyle böyle bir şeyin başına gelmesini bekleyen bir tarafı vardı diye algılıyoruz.
Özellikle adet döneminde; öteki dünyayla daha kolay ilişki kuran, sezgileri artan, o sezgileri ile geleceği olanı biteni algılama kabiliyeti daha yüksek olan varlıklar olarak tanımlandıkları için kadınlar her zaman tabiata daha yakın olarak tanımlamışlardır. Nasıl ki insanlar tabiattan korkuyorlar ve içlerinde bir tekinsizlik duygusu oluşturuyorsa; eski çağlarda kadın da tekinsiz olarak algılanmıştır. Kadının tekinsizliğini azaltmaya çalışan kurallar, ritüeller, kurban törenleri gibi uygulamalar olmuştur böyle yaparak aslında devamlı olarak kadınları erkekler için tehlikeli olmaktan çıkartmaya çalışmakla meşgul olmuşlardır. Ayrıca kadın ruhu; filmin bir yerinde de geçtiği gibi aslında her şeyi kendine istemeye, çocukları da dahil olmak üzere erkekleri de tamamen kendi kontrolleri altında tutmaya çalışan, elinden gitmemeleri için uğraşan varlıklardır. Aslında tabiattaki kendi canını korumaya çalışan diğer canlılar gibidirler ve kadınlar bu doğal halleriyle Pagana daha yakındırlar. Bu açıdan bakıldığında kadınlar ehlileştirilmesi gereken varlıklar olarak görülmüşlerdir.
Filmin bir sahnesinde Tilki, “kaos hükmediyor“ diyordu. Bununla neye işaret ediyordu? Batı uygarlığı kaostan kaçınmak üzere organize olmuştur. Yani bir yandan tahakküm arzusu, ama bir yandan da her şeyi düzene sokarak kaosu engellemek yönelimlidir. Batı kültürünün temel karakteristiği tabiatı kontrol altına alarak onu kendi çıkarları için kullanmaktır. Toplumları da bu eğilimle yönetmeye çalıştığında ortaya gayet baskıcı bir sürü kural, kanunun çıktığı bir yönetim şekli çıkar. Kendi kafasındaki düzeni kurmaya çalışan, biraz kontrolcü bir düzen oluşur. Filmde kadını kocası tamı tamına bu Batı kültürünün tarif ettiğimiz normlarına uygun bir şekilde kendi kafasındaki kalıba uydurmaya çalışıyor. Bunu bir algı yönetimiyle birleştirip, onu erkeğe uygun, devşirilmiş bir varlık yapmaya çalışıyor. Kadına uygulanan şiddetin altında, kadının üstünde tahakküm oluşturulması çabası yatar. Erkek nasıl tabiatı tahakküm altına alıyorsa, aynı şekilde kadına da tahakküm etmeye çalışır. Dolayısıyla kadının da aslında tahakküm etmek isteyene öfkesi vardır. Kadının filmde anlatmak istediği bize göre; bizim zaten bir öfkemiz var, bize onun için bunlar yapılır.
Sonuç
Bu filmden yola çıkarak şunu diyebiliriz ki; sanat hakikatin temsilcisidir. İnsan hakikatini derinden anlamamıza yardımcı olacak bir biçimde yazılırlarsa formu ne olursa olsun o sanattır ve sanat aslında budur, bu manada insanların eğitimi içinçok değerli bir imkândır. Dolayısıyla burada önemli olan sanatçının aklının ne kadar gelişkin olup olmadığı değil, sezgi dünyasıdır. Onun o hakikati yakalamasına yardımcı olacak kalitede olup olmamasıdır.
Lars Von Trier’in akli düzeyde anlamadığı şeyleri bu filmde bizim burada anlattığımız kadar anlamış gibi anlatabildiğini ve bu anlamda ortaya bir sanat eseri çıkarttığını görüyoruz.