Odak Danışmanlık Film Analiz Grubu
Filmin Adı: Lars Sevince (Lars And The Real Girl)(2007)
Tür: Dram-Romantik
Yönetmen: Craig Gillespie
Konu: Küçük bir kuzey kasabasında yaşayan Lars, abisi ve abisinin karısı Karin’a komşu oturmaktadır. Annesi Lars’ı dünyaya getirirken ölmüş ve babası tarafından büyütülmüştür. Karin hamile kaldıktan sonra Lars şişme bebek Bianca’yı kız arkadaşı olarak aileyle tanıştırır. Bu süreçte tüm kasaba sabırla ve itinayla Lars’a eşlik ederek onun hayata daha fazla katılmasına yardımcı olur.
İlk sahnede; Lars’ı kendi evinde görüyoruz. Abisinin karısı onu kahvaltıya çağırmak için gelirken Lars ondan saklanmaya çalışıyor. Karin “seni uzun zamandır göremiyoruz” diyor. Lars bu davet konusunda hiç oralı olmuyor, ama bebeğin üşüyüp hasta olacağından endişe ettiği için yengesine kendi battaniyesini veriyor ve iyice örtmesi için onu ikinci kez uyarıyor.
Film ilerledikçe Lars’ın her zaman bu kadar izole olmadığını anlıyoruz. Karin’ın özellikleri Lars’ın içinde –izleyenlerin içinde de olduğu gibi– annelik duygusu uyandırmış olmalı diye düşünüyoruz. Karin’ın hamile kalması ile Lars’ın daha çok içine kapandığını (izole olduğunu) anlıyoruz. Lars’ın doğacak bebeği kıskandığı ve yıkıcı kıskançlığından korktuğu için Karin’den uzak duruyor olabileceğini düşünüyoruz. Kıskançlığının bir tezahürünü “bebeğin üşüyüp hasta olmasını istemeyiz” diyerek battaniyesini Karin’e verdiğinde görüyoruz. İçimizdeki negatif duygular birine yöneldiğinde (öfke, haset, kıskançlık) ve bu duygular taşıyamayacağımız kadar yoğunsa duyguları yönelttiğimiz kişinin başına bir şey gelmesinden korkmak olarak ortaya çıkabilir. Kaygımızın büyüklüğü negatif duygunun derecesi ölçüsünde büyük olacaktır. Annesinin kendisini dünyaya getirirken ölmüş olması travmasının tekrarlanacağı ve Karin’e bir şey olacağı korkusu Lars’ın kıskançlığının yıkıcılığı hakkında bize bilgi veriyor.
Bir başka sahnede Lars’ı kilisede görüyoruz, insanlarla neredeyse normal bir iletişim kurabiliyor. Topluma katılıyor, kiliseye gidiyor, yardım ediyor, çalışabiliyor, tek başına yaşıyor ve kendine bakabiliyor. Ancak Kilisede Bayan Gruner Lars’a bir kız arkadaş edinmesi için çiçek verdiğinde çiçeği fırlatıp kaçıyor. Karin Lars’ın yalnız olmasından duyduğu hoşnutsuzluğu kocasıyla paylaşıyor.
Annesi Lars’ı doğururken ölünce babası Lars’ı tek başına büyütmüş. Babasının da karısı öldükten sonra içine kapandığını abisinin yemek masasında söylediklerinden anlıyoruz. Bebekliğinde babası Lars’a bakım vermiş ancak ruhsal olarak o da hâlâ yas tuttuğu için bebekle ruhsal düzeyde bir ilişki kuramamış olmalı. Abisinin halinden ve yaşadıkları toplumun özelliklerinden aslında büyümek (yakınlık ve özel hayat oluşturmak) için uygun bir ortam olduğu anlaşılıyor, ancak annesinin doğumda ölmesi Lars için kadersel bir dezavantaj oluşturmuş. Lars toplumda var olabilmek için babasından öğrendikleriyle iyi bir arayüz oluşturabilmiş. Gerçekle bağı çok bozuk değil, çalışabiliyor, kendine bakabiliyor, ama yakınlık bebeklikte anneyle kurulan ilişki deneyimine bağlı olduğu için Lars bu konuda zorlanıyor.
Lars abisi ve karısına nasıl tanıştıkları ve hayatı hakkında detaylı hikayeler anlattığı kız arkadaşı Bianca’yı tanıştırmak için onlara yemeğe götürdüğünde kız arkadaşının aslında bir şişme bebek olduğunu görürler. Dışardan çok garip görünen bu durum karşısında ne yapacakları konusunda bir fikirleri olmamasına rağmen Karin’in sağduyusu ile Lars’ı doktora gitmeye ikna ederler.
Doktor Dagmar’ın tutumu modern dünyada çok karşılaşmadığımız türden; Doktor, durumu anlamak için detaylı bir sorgulama yapıyor, tam olarak bir tanısı (modern sağlık sisteminin kalıplarına uygun) yok; ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Dediği gibi bazen dışardan tam anlayamadığımız için bize tuhaf ve hastalık gibi görünen şeyler bir sorunu çözmek için sistemin bulduğu yollar olabilir. Artık ihtiyacımız kalmadığında da geçerler. Abisi ilk başlarda duruma uyum sağlamak konusunda ayak diretmesine rağmen kısa sürede Lars’a ayak uydurmak zorunda olduklarını anlıyor.
Bianca’nın hayatına gelmesiyle Lars’ın; Abisi, Karin ve toplum içinde eskisi kadar çekingen olmadığını içinde bir canlılık oluştuğunu görüyoruz. Bianca’ya bağlanınca konuşması ve duruşu değişiyor. Lars Karin’e de bağlanmıştı ancak Karin’ın hamile kalması onda büyük bir kıskançlık oluşturunca Karin’den uzaklaşmak zorunda kalmıştı.
Karin kasabayı Lars’ın durumu hakkında bilgilendiriyor ve itiraz edenleri Bayan Gruner’in içindeki sevgiyi kullanarak ikna etmesi çok da zor olmuyor. Kasabadaki herkesin içinde pozitif enerjinin fazla olduğu açıkça görülüyor. Lars doktorla görüşmelerine devam ederken Bianca da yavaş yavaş toplumun aktif bir üyesi haline geliyor.
Doktor Dagmar Lars’ın durumuyla itinalı bir şekilde ahenklenirken tüm kasaba da ona eşlik ediyor ve aralarındaki diyaloglarda Lars’ı anlamaya çalıştıklarını görüyoruz. Toplumun frekansı Lars’ı hırpalayacak düzeyde reaksiyonlara (şişme bebeği çalmak, dalga geçmek, Lars’ı dövmek vs.) izin vermiyor. Durumu taşıdıklarını, ama uyumlanmadıklarını Bianca’ya bir birey gibi davranmalarından ve Lars’ın kıskançlıklarına verdikleri reaksiyonlardan anlıyoruz, böyle yaparak onu fanteziden gerçekliğe çekmeye çalışıyorlar.
Lars neden kendine dokunulmasından gerçek fiziksel acı çekiyordu?
Bebekken annesi ile olması gereken yakınlık deneyimi eksikliği, Lars’ın içinde fiziksel olarak da canını yakacak kadar büyük bir öfkeli enerji uyanmasına sebep oluyor. Bebek anneliği eksik olanlar için yakınlık fiziksel olarak acı oluşturmasa da çok zorlayıcıdır. Lars için bu durum ebeveyn eksikliğinden değil annesinin reel olarak var olmamasından kaynaklanıyor. Çok öfkeli bir enerjisi var o yüzden kendisine dokunulduğunda yanıyor.
Filmin belki de en çarpıcı sahnesi Lars’ın eve gelip Bianca’nın programı olduğunu öğrendiğinde verdiği tepki üzerine Karin’le olan tartışmalarıydı. Lars insanların umursamadığını söylediğinde Karin’in cevabı sevginin hayatta nasıl göründüğünün güzel bir tarifidir:
“Bu kasabadaki herkes Bianca’yı evinde hissettirmek için uğraşıyor. Neden o kadar çok gidecek yeri ve yapacak şeyi var sanıyorsun. Senin sayende, çünkü; bu insanlar seni seviyor. Tekerlekli sandalyesini itiyoruz, işe götürüyoruz, eve getiriyoruz, yıkıyoruz, giydiriyoruz, kaldırıyoruz, yatırıyoruz, taşıyoruz, üstelik minyon değil Lars, Bianca kocaman bir kız. Bunların hiçbiri bizim için kolay değil, ama senin için yapıyoruz. O yüzden sakın bana umurunuzda değil deme.”
Film boyunca insanlar bunları nasıl yapıyorlar diye merak ediyoruz; bunu içlerindeki sevgi yaptırıyor. Bize tuhaf gelen, normalde etrafımızdaki insanlardan beklemediğimiz ancak filmlerde olacağını düşündüğümüz şeyler içlerindeki sevgiden kaynaklanıyor. Tüm kasaba büyük bir aile gibi davrandı, çocuğun durumunun çok acılı olduğunu ve bir çıkış yolu aradığını algılayarak onu taşıdılar. Kasabanın küçük olması, herkesin birbirini tanıması işlerini kolaylaştırmış olmalı, tüm bunlar da Lars’ın o durumdan çıkmasını sağlıyor.
Bu düzeyde birinin tam anlamıyla büyümesi, bir kadınla (cinsellik yaşayabilecek) aile kurabilecek düzeye gelmesi mucizevi olabilir ancak Lars olduğu düzeyin üstüne çıktı, nesneden insana yönelir hale geldi. Bu noktada “yetişkin olmaya” dair bir merak geliştirdiğini görüyoruz. Abisine “Adam olduğunu nasıl anladın?” diye soruyor. Abisi; “Tam olarak biri ya da diğeri olmazsın, içinde her zaman bir çocuk vardır, ama doğru olanı yapmaya karar verdiğinde yetişkin olursun. Sadece senin için doğru olanı değil herkes için doğru olanı canını acıtmasına rağmen yaptığında yetişkin olursun. İnsanlara kötü davranmazsın, kadınına sahip çıkarsın, ailene bakarsın, hatalı olduğunda kabul edersin ya da en azından uğraşırsın. Aklıma bunlar geliyor. Kulağa kolay gibi geliyor, ama bir sebepten değil.”
Abisinin tanımında da toplumdakine benzer olarak kalıpların olmadığını görüyoruz yani orada kalıpları olmayan bir sistem var. Kilisedeki ayinde rahibin yaptığı konuşma tam da bunu anlatıyor. “Bu dünyada sadece tek bir kanun var. Tanrıya ne yapmalıyım diye sormamıza gerek yok çünkü o zaten ne yapmamız gerektiğini söyledi; birbirinizi sevin”. Tüm bunların arkasında sevgi var.
Annelerimiz kalıplar öğrettiği için biz de hayata kalıplarımızla katılma eğiliminde oluyoruz, ama bir durumun neden oluştuğunu merak etmiyoruz. Filmde kasabada yaşayanların Lars’ın bunu neden yaptığını anlamasalar da bir sebebi olduğunu algıladıklarını görüyoruz. Artık ihtiyacı kalmadığı için Bianca hastalanıp ölürken de Lars ile beraber “oturdular”, toplumun Lars’ı bu şekilde taşıması onu hayatın içine soktu, tedavi olmadı, ama en azından kendi kabuğundan çıktı.