Odak Danışmanlık Film Analiz Grubu

Filmin Adı: 1883

Sezon: 1.

Bölüm: 1. (Western)

Tür: Dram (2021)

Yönetmen/Senarist: Taylor SHERIDAN

Konu: Yellowstone dizisinin 150 yıl öncesini konu alan 1883, Amerika iç savaşı sonrası 1883’de geçiyor. Almanya’dan gelen göçmenlerin daha iyi ve yeni bir hayat kurmak için, Texas’dan Oregon’a yaptıkları yolculuğu ve bu sırada karşılaştıkları olayları anlatıyor. Silah kullanmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi bilmeyen bu gruba Yüzbaşı Brennan ve onun sağ kolu Thomas liderlik edecektir. Yolculuğun çok zorlu ve tehlikeli olması ve kafilenin hayatta kalabilecek yeterlilik ve donanımlarının olmaması, Yüzbaşı yolculukta yardımcı olacak silah ve at kullanmayı iyi bilen adamlar aramaya mecbur bırakır. Bu konularda oldukça yetenekli olan James Dutton ve ailesinin kafileye katılmasıyla yolcukları başlar.

Dizi bize Amerika çöllerinde hayatta kalma mücadelesini anlatıyor gibi görünse de kadın-erkek ilişkileri, aile kavramı, çocuk yetiştirmek, iktidar olmak, hayatın gerçekliği-hayatı okumak, iş birliği ve en önemlisi aşk ve sevgi hakkında çok şey anlatıyor. Diziyi izlerken o dönemin şartlarına, koşullarına göre (yani zamanın ruhuna göre) değerlendirmek, bu konuları anlayabilmemizde oldukça faydalı olacaktır. ‘Bugün sahip olduğumuz imkânlarla oluşturabildiğimiz hayat ve ilişkilerin kalitesi ile, o dönemde oluşabilen ilişkilerin kalitesi arasındaki farkın oluşmasına sebep olan şeyler nedir?’ sorusu, bizim için diziyi sadece bir western-hayatta kalma hikâyesinin ötesine taşıyor.

1. BÖLÜM

Diziyi Dutton ailesinin 17 yaşındaki kızları Elsa’nın anlatımıyla izliyoruz. Elsa; oldukça canlı, hayatı deneyimlemek ve dünyayı görmek için heyecanlı, meraklı, kendisine dayatılan kalıplara ve kurallara başkaldıran, güzel bir genç kız. Elsa dünyayı sorgulamasını, hissettiklerini ve kendi değişimini oldukça güzel bir şekilde ifade ediyor. 

Dizi, Elsa’nın yüzü isli ve korkmuş bir ifadeyle yerden kalkmaya çalışmasıyla başlıyor. Elsa’nın da içinde olduğu bir grup vagon (at arabası) Kızılderili saldırısına uğruyor. Çatışmada Elsa Kızılderililere silahla karşılık verirken okla vuruluyor, ama yine de öfkeyle, pes etmeden ateş etmeye devam ediyor. Bu sahneden önce anlattıklarında yaşadığı bu tecrübeye (yaptıkları seyahat) ne kitapların ne öğretmenlerin ne de ailesinin onu hazırlamadığını, bu deneyimlere ancak bu çölde yaşadıklarıyla gerçekten hazırlandığını anlatıyor. Buradan onun için hayatı zorluklarıyla, acısıyla tatlısıyla, güzellikleriyle, tüm getirdikleriyle gerçekten deneyimlemenin çok anlamlı olduğunu ve tüm bunları tutkulu bir şekilde yaşamanın onun için önemli olduğunu anlıyoruz. 

Daha sonraki sahnede Yüzbaşı Brennan’ı görüyoruz. Amerika iç savaşında Yüzbaşı olarak savaşmış ve birçok kayıp vermiş bir adam Brennan. Bunun onu nasıl etkilediğini ilerleyen bölümlerde daha net bir şekilde anlayacağız. Karısını ve kızını çiçek hastalığından kaybeden Yüzbaşı oldukça acılı ve üzgün. Kafileyi Oregon’a götürmek için anlaşma yapmış olmalarına rağmen intihar etmeyi düşünen Yüzbaşı’nın, karısının ve kızının kaybıyla başa çıkmakta zorlandığını, onların ölümüyle adeta hayatının anlamsızlaştığını görüyoruz. Tüm bunlara rağmen Thomas’la yola çıkmasından, verdiği sözleri tutmanın, üstlendiği sorumlulukları yerine getirmenin Yüzbaşı için önemli olduğunu anlıyoruz. Ne acısıyla yerine getirmesi gereken sorumlulukları aksatıyor, ne de sorumluluklarını yerine getirmek için duygularını yok sayıyor. 

Daha sonraki sahnelerde peşindeki haydutlarla silahlı çatışmaya giren James Dutton’la karşılaşıyorlar. James; hayatın altından kalkmayı becerebilen, adaletli, hayatı iyi okuyabilen, kendine güvenen, içinde canlılık olan bir adam. Haydutları öldürdükten sonra kusması, başına gelebilecek tehlikeleri yok saymadığını, korktuğunu fakat yine de yapmaya mecbur kaldığı şeyleri yerine getirdiğini düşündürüyor. James, karısı Margaret, kızı Elsa, 5 yaşındaki oğlu John ve kız kardeşi Claire ve yeğeniyle birlikte yola çıkmıştır. Ailesiyle birlikte seyahat edecek olan James için önceliğin kendi ailesi olduğunu ve bunu muhafaza edebilmek için kimseye ihtiyaç duymadan hareket etmeye çalıştığını birçok sahneden anlıyoruz. Fakat şartlar ve durumlara göre hayatı okuyup, yardım istemekten veya iş birliği yapmaktan gocunmamasından oldukça da mütevazı olduğunu anlıyoruz. 

Elsa’nın enerjisi, canlılığı, insanın içinde uyandırdığı sevgi bize ödipal dönemden sağlıklı bir şekilde çıktığını anlatıyor. Elsa dünyayla ilgili ve keşfetmeye meraklı. Bu enerjisinde ödipal dönemde ruhsal alanına eklenen dürtünün çok büyük payı var. Her iki kardeş de (Elsa ve John) anne-babalarının karı koca olduklarını, kendilerinin, onların çocuğu oldukları gerçeğini içselleştirmişler. Her zaman ihtiyaçlarının karşılanacağından ve sevileceklerinden eminler. Elsa’nın ödipal süreçten anne-babalı olarak sağlıklı bir şekilde çıktığını babasının uzayan sakallarını görünce “annem çok kızacak” demesinden anlıyoruz. Karı koca arasındaki aşkın, birbirlerine olan yatırımın ve dürtünün doğal bir sonucu olarak çocuklar sevebilen, canlı, üretebilen, insanın içinde şefkat ve sevgi uyandıran varlıklar oluyorlar. Bu aynı zamanda çocukların anne-babaya kayan dürtülerinin karşılığı olmayacağı için onlara güvende hissettiriyor. Burada James ve Margaret arasında güvene dayanan bir ilişki görüyoruz; Margaret fikirlerini söylese de James’in hayatı daha iyi tanıyor olmasına güveniyor ve birbirlerini tamamlıyorlar. Aralarındaki çekim, ahenk ve uyum, günümüz ilişkilerinde neredeyse hiç yok denecek bir durum. Günümüzde sorun olan ‘narsistik ihtiyaçların, orada olmamasının sebebi ne’ sorusu akla geliyor. Zamanın ruhu, hayatta kalmayı gerektiriyor ve bu da narsistik ihtiyaçları geri planda bırakıyor. Kadın-erkek iş birliği yapmak, birlikte bir şey oluşturmak, hayatın altından kalkmak zorunda kalıyor ve bunun için yeterliliklerini arttırmaya ve güçlenmeye mecbur kalıyorlar. Çocuksu yapıdaki (tembel, kolaya kaçan, istekleriyle yönetilen) birinin böyle bir yerde hayatta kalması imkânsızdır.

Margaret’in Elsa ile olan ilişkisinde onu bir hanımefendi olarak yetiştirmeye çalıştığını fakat zorlandığını görüyoruz. Elsa, annesinin ona dayattığı kalıplara uymayı reddediyor, hanımefendiye benzemekten çok babasına benzemeyi tercih ediyor gibi görünüyor. Anne kızına hayatın gerçeklerini göstermeye çalışırken bunu kızının hakikatini yok saymadan yapabiliyor. Bu bir çocuğun dünyayı kendi gözleriyle görebilmesi, kendi hakikatine uygun bir hayat yaşayabilmesi için çok önemlidir.

Claire ve kızı ise bize tam tersi bir izlenim uyandırıyor. James ile kardeş olmalarına rağmen aralarında gözle görülür derecede fark var. James ne kadar canlı ise Claire de bir o kadar katı ve kalıpları olan bir kadın. İkisinin arasındaki mesafeden kardeş olduklarını anlamak güç olabiliyor. Kocasını yeni kaybeden Clarie başsağlığı dilerken “sabırlıydı” demesinden, James’in herkesle oluşturabildiği kadar mesafede bir ilişki kurduğunu anlıyoruz. Onu ne yok sayıyor ne de bir şey söylememezlik ederek insanlığını askıya alıyor. 

Bölümün sonunda, kasabada yaşadıkları olaylar sonunda James tekrar şartları değerlendirip, Yüzbaşı’nın teklifini kabul ederek konvoyla birlikte yola çıkmaya karar veriyorlar.