Dünyaya gelen her bir bebekle birlikte insanoğlu sevmeye doğru yürüyüşünü milyarlarca kez tekrar ederek sürdürmekte, kendisine, insan soyuna ve yaşadığı dünyaya büyük bir emek vermektedir. Her insan gerek kendi oluşturabildikleriyle, gerekse çocukları üzerinden insanlığın geleceğine uzanarak çok büyük bir çabanın parçası olmaktadır. Meseleye bu açıdan bakıldığında, insanlığın gelişmesi dediğimiz sürecin nasıl muazzam bir emek olduğu, en büyük kahramanlığın anne baba olmanın hakkının verilebilmesi olduğu görülür. İnsanlık zinciri, bu emek ve bu insanlar sayesinde bunca savaşa, acıya, felakete rağmen bugünlere uzanmıştır.

“dürüst olun! kandırmak en büyük kötülüktür!


insanın kendini ve başkalarını hakikatlerine uygun bir yere koyması, onlardan ve kendisinden gerçekçi beklentileri olması, bir yandan kimseye haksızlık yaptırtmazken bir yandan da kimseye haksızlık yapmaması, kendini doğru idare edebilmenin ön koşuludur. ancak bunu gerçekleştiren insan bir erişkin hayatı yaşar, hayatı hakkını vererek yaşayabilir, kendine ayağı yere basan bir güven duyar. bunu gerçekleştirebilmek, ancak kendini kandırmaktan vazgeçildi ise mümkündür. kısacası, kendine karşı ve başkalarına karşı dürüst olmak ancak birlikte hayata geçer; biri varsa öbürü de vardır ya da yoktur. insan, kendini iyi hissedebilmek için hoşuna gidenlere inanmaya uygundur. bu yüzden, kendisini kandırmaya insan kadar müsait başka bir varlık yoktur. insanın kendisine karşı dürüst olması zannedildiğinden daha zordur; gerçekleştirilmesi disiplin ister.


hayatınızdan her türlü kandırmayı çıkarmak istiyorsanız reklamları ve kimi politikacıları izlemeyin ve çocuklarınıza da “doğru söylemiyorlar, kandırmak istiyorlar” diyerek izletmeyin. bugünkü dünyayı yönetenlerin en önemli silahlarından birisi medyadır; medyanın her türlü kaynağı algı yönetimi için kullanılmaktadır.


sevgi ahlakı gelişkin toplumlarda dürüstlüğe verilen önem fazladır ve yalancılığı ortaya çıkan bir politikacı veya firma büyük bir saygınlık kaybına uğrar, desteğini, müşterilerini kaybeder. bizim ülkemizde yalan söylemek doğal kabul ediliyor. sanırım dürüstlük yeni bir ahlak anlayışının temel taşı olmadan algı yönetimi ile baş etmek imkânsız. kandırmanın suç haline gelmesi için mücadele etmek gerekir. 

israftan ve fazla tüketmekten kaçının!


eskiden israfın günah olduğuna inanılırdı çünkü israf, kendine verilenin kıymetini bilmemek, allah’a karşı nankörlük olarak görülürdü. o zamanlar şükretmeyi bilmek, insanın kendisine verilenleri ve verilecekleri hak etmesinin önemli bir parçasıydı. anlaşılan insanlar açlık çekilen günleri unutunca, bolluk içine girilince kıymet bilmek ortadan kalkıyor. gelişkin insanın kıymet bilmek için kıtlık ve açlık yaşaması gerekmemeli. insanlar evlerinde parasını verdikleri suyu, elektriği istedikleri gibi harcamayı normal buluyorlar. gereksiz harcanan suyun, elektriğin, kâğıdın, odunun gezegenin kaynaklarını tüketmek olduğunu, bunlarda bütün insanların ve hayvanların da hakkı olduğunu bilmek gerekir. dünya ekonomik sistemi üretim fazlasını tükettirmek için insanları israfa itiyor. israftan ve gereksiz tüketmekten kaçınana cimri, hesapçı, çıkarcı gözüyle bakılıyor neredeyse. bu tutum hızla gezegenin kaynaklarının tükenmesine, dünyanın büyük bir çöplüğe dönüşmesine yol açıyor. gezegenimiz sadece parası olanlara ait değil. milyarlarca insana ve binlerce canlı türüne de ev sahipliği yapmakta ve can vermekte. doğayı çok kolay tüketen, diğer canlılara ve hayvanlara sevgi hissetmeyen insanlar bu sevgisizliği bir süre sonra birbirlerine de yaşatırlar. insanın, dünyadaki diğer canlılarla, doğayla ve evrenle ahenk içinde olması gerektiğini algılayan bir kişi her varlığın var olma hakkına saygı ile yaklaşır. ruhsal gelişmenin ileri safhalarında, insan kendisini çok büyük bir bütünlüğün çok küçük bir parçası olarak algılar ve o bütünlüğü oluşturan bütün unsurlara saygı ve sevgi ile yaklaşır. zaten bütün canlılara ve gezegene saygı ile yaklaşan yeni bir ahlak anlayışı yerleşmezse gezegen yaşanamaz hale gelecek.

para sizi yönetmesin!


para ile satın alınabilecek her şey ya oyuncaktır ya da kullanım süresi olan bir eşyadır. para ile aşk, sevgi, dostluk alınamaz. hatta aşkın, sevginin, dostluğun içine para fazla sokulursa bunları bozar. insan, sorunlarını para ile çözebileceğine inanırsa, paranın kölesi olur ve hayatını para yönetir. hayata böyle bakan bir insan farkında olmadan parayı ilahlaştırmış olur. bu parayı kazanabilmek için yalancı, göz boyayıcı, insafsız olmaya başlayabilir. insan, sorunlarını ancak ruhsal olarak gelişme yoluyla çözer. bunun anlamı, daha çalışkan, daha haddini bilen, daha gerçekçi, daha güvenilir, başkalarını daha fazla hesaba katan ve kandırmayı, gösteriş yapmayı hayatından çıkaran birisi olabilmektir. kısa bir formülle ifade edecek olursam, ruhsal gelişme, insanın sevgi kapasitesinin artması, kendini beğenmişliğin ve bencilliğin azalmasıdır. bu ruhsal gelişme yolunu bulan insan her istediğinin olmayacağını kabullenmiştir. isteklerin gerçekleşmesinin o an için iyi gelse de insanı mutlu etmeye yetmeyeceğini ve isteklerin sonunun olmadığını anlamıştır. sürekli istediklerini elde etmeye çalışarak yaşayan insanlar başkalarını kullanmaya, araçsallaştırmaya, çıkarcı ve hesap kitapçı olmaya doğru evrilirler; yaşları ilerledikçe kurnazlaşır, bozulurlar. tabii ki her insanın istekleri vardır, hiç isteksiz olmak bir çeşit depresyon halidir fakat istekleri insanı yönetmemelidir. insanı içindeki sevgi yönetmelidir; insanı sevgi çizgisinden çıkaran her duygu (haset, kıskançlık, kin, açgözlülük, korku), her istek ve çıkar hesabı yalnızlık, mutsuzluk, can sıkıntısı ve anlamsızlık getirir. 

hayatınızı eşyalar ve oyuncaklar üzerine kurmayın!


günlük hayata bir göz attığımızda, insanların iş dışında iseler en çok meşgul oldukları nesnelerin her an yanlarında taşıdıkları akıllı cep telefonları ve tablet bilgisayarları olduğunu görüyoruz. servis araçlarında, trafik durduğunda arabada, metroda, vapurda herkes bu aletlerle oynuyor. sürekli kulaklık takarak dış dünya ile iletişimi kesmiş ve oyuncaklarına yönelmiş durumdalar. eskiden insanların yol arkadaşları vardı, yolda muhabbet etmek bir sosyal etkinlikti ve insanlar birbirlerine ihtiyaç duyarlardı. şimdi herkes yalnız ve oyun oynuyor. cep telefonu ve tablet gibi eşyalara yapılan ruhsal yatırım çok artı. birçok insan kendisini eşsiz ve arkadaşsız düşünebiliyor ama cep telefonsuz ve bilgisayarsız düşünemiyor. bu durum insanları sevgisizleştirir ve sürekli oyunla meşgul olmak çocuksulaştırır. 


bu tip eşyaların insanın hayatındaki yerinin bu kadar artmış olmasının en önemli sebebi can sıkıntısıdır. can sıkıntısı, içimizdeki sevgi azaldığında veya sevebilecek bir nesne bulamadığımızda oluşur. aslında anlamı çok büyüktür, bize, “işler yolunda değil, hayat anlamsızlaşıyor” demektedir. can sıkıntısının insanın mutlaka kaçınmak istediği bir duygu olduğunu biliyoruz. insanların can sıkıntısından kurtulabilmek için uyuşturucu, alkol, kumar, yıkıcı ilişkiler gibi kendilerine zarar veren meşguliyetlere yönelebildiklerini çok sık görüyoruz. ama dünyadaki ekonomik sistem bizi para kazanmaya, başarılı olmaya, insan sevemez olmaya, yalnızlaşmaya doğru itiyor ve can sıkıntısının içine yuvarlanacak bir hale getiriyor. daha sonra da bize oyunlar ve oyuncaklar satarak bundan büyük paralar kazanıyor. bu oyunun dışına çıkabilmek için sorunun sevememekten kaynaklandığını, niye sevemez hale geldiğimizi iyice anlamamız gerekiyor.

gösteriş düşkünlüğünden kaçının!


gösteriş, insanın statüsünü daha yüksek göstermeye çalışmasıdır. bazen bu, olan statünün başkalarının gözüne sokulması şeklindedir bazen de olduğundan yüksekte görünme çabası biçimindedir. gösterilenler zenginlik, bilgi, başarı, güzellik, zekâ, enteresanlık, eğlenceli birisi olma gibi takdir toplayacağı düşünülen özelliklerdir. gösteriş yapma ihtiyacı, her durumda başkalarından üstün olma, bütün ilgi ve dikkati kendi üzerinde tutma merakı ve isteğinde olmak anlamına gelir. kişinin bütünüyle narsisistik ihtiyaçları tarafından yönetildiğini gösterir.


bir ayakkabıya duyulan ihtiyaç gerçek bir ihtiyaçtır. kişinin maddi imkânlarına uygun olarak beğendiği, kullanabileceği bir ayakkabıyı alması ile şartlarını zorlayarak statü simgesi bir markayı alması arasında ciddi bir fark vardır. insanlar, hemen daima kendilerini değersiz hissetmeye müsait oldukları için, başkalarından üstün olmak isterler. fakat bu arzuya kendilerini kaptırdıklarında başkalarını ezmeye, değersizleştirmeye ve yok etmeye başlarlar. bir narsisistik ihtiyaç tatmin edilmeye başlandığında, farkına varılmadan başka insanlar yok edilir. örneğin birisi kendini övmeye başladığında, niyeti öyle olmasa da onu dinleyenleri değersizleştirir; birinin biriciği olmak isteyen insan onun kimseyi sevmesini istemez, kimseye yakın olmasına katlanamaz, bana ait bir eşya ol demektedir. birinin kendini gösterme isteği diğerlerinin görünürlüğünü azaltır, birinin bize ait olmasını istemek onu bir mala, eşyaya çevirir.

imkânlarınıza göre yaşama disiplini edinin! 


imkânlar arasındaki fark aslında insanlar arasında zannedildiği kadar büyük bir eşitsizlik yaratmaz. eşitsizlik, dış görünümdedir. bütün insanlar için özel hayat, en fazla zorlanılan, insanın ne kadar mutlu ya da mutsuz olacağının belirlendiği en önemli alandır. insanların mutluluğu para kazanabilmekten, başarılı olabilmekten çok daha fazla vasıf isteyen, oluşturulması ve sürdürülmesi çok daha zor olan özellikler ile oluşur. fakat ne olursa olsun hiçbir insan için bu dünya cennet olmamıştır ve olmayacaktır. her istediğini yapabilecek kadar zengin olmak veya peygamber olmak bu gerçeği değiştirmez.


insanın hayatını anlamlandıracak her kazanım, içindeki sevgi ile oluşur. elbette üretkenlik taşıyan, bir ihtiyaca cevap veren ve hayatın kalitesini artıran her eylem, duvar örmek de, yemek yapmak da olsa içinde sevgi taşımaktadır. bu eylemler içimizdeki sevginin hayata girmesinin yoludur. insanların birbirleri ile ilgili sorumluluk almaları, aralarındaki sevginin hayata geçmesini ve görünür hale gelmesini sağlar. beraber sevgi üretmek (muhabbet), sorumluluk alarak gerçekleşir. bu aşamaya gelememiş bir insan mutlu olamaz, sadece beraber sevgi üretmek insanı mutlu eder. bir keşiş yalnız başına huzurlu, öfkesiz, çatışmasız olabilir ve geliştirdiği iç disiplin ile bütün insani zaaflarından kurtulabilir ama yalnız başına mutlu olamaz. beraber sevgi üretebilecek aşamaya gelmek için işbirliği yapabilen, karşısındakini anlayan, gören, duyan, olanı (olmasını istediğini değil) seven, çalışkan, çıkarcı olmayan ve alçakgönüllü birisi haline gelmiş olmak gerekir.

hayatı mütevazılaşmak kolaylaştırır. diğer kolaylaştırma yolları yalandır, kandırmadır.
hayat zordur. insanoğlu tarih boyunca hayatı kolaylaştırmak için uğraşmıştır. dünya ekonomik sistemi paranın her sorunu çözeceğini ve hayatı kolaylaştıracağını iddia ederek ve insanları buna inandırarak ayakta kalıyor. halbuki aslında hayatı kolaylaştırabilecek tek yol, insanın yeterliliklerini ve gücünü artırabilmesidir. ruhsal gelişmesi yüksek bir insan başına gelebilecek her şeye dayanabilir ve yapay çözümlerin peşinden gitmez. eğer insan her şeyi para ile çözmeye kalkarsa, para kazanma dışında hiçbir yeterlilik geliştirmesine gerek kalmaz ve ruhsal gelişme de olmaz.


ruhsal gelişmenin önemli bir ayağını mütevazılaşma oluşturur. insan kendisini ne kadar önemsiyorsa hayatı o kadar zordur. kendini fazla önemseyen bir insan kendisinden fazla şeyler bekler. mükemmeliyetçidir, fedakârlıkların ölçüsünü kaçırır. genellikle kendini fazla önemseyen insanlar kendilerini suçlama ve beğenmeme eğilimindedirler çünkü kendilerinden beklentileri yüksektir. çoğu zaman kendilerine haksızlık yaparlar ve hayatlarını gereksiz yere çok zorlaştırırlar.

“başarı” kavramını doğru yere oturtmadan tuzaklardan kaçınamazsınız!
kurumsal diye nitelendirilen firmaların en önemli bölümlerinden bir tanesi, “insan kaynakları”dır. bu bölümün görevi çalışanları ellerinde kırbaç olmadan köleleştirmenin tekniklerini uygulamaktır. aslında çalışan insanlar belli bir ücret karşılığında emeklerini satmaktadır; iş sözleşmesi bunu belgeler. fakat kurumsal firmalar belli etmeden çalışanların ruhlarını da almaya, onları kendilerine ait birer makineye, köleye çevirmeye uğraşmaktadır. kurumsal firmanın üst düzey yöneticilerinden bütün hayatlarının firma haline gelmesi, en büyük önceliğin firma olması, hiçbir ahlaki kaygının firma çıkarlarının önüne geçmemesi açıkça beklenmektedir. insanların özel hayatlarına, çocuklarına düşkünlükleri giderek firmanın kendisini ikinci planda kalmış olarak algılamasına yol açmakta ve firmayı rahatsız etmektedir. insanlar bütün bu beklentilere başarı kaygısıyla uyum sağlamaya çalışmaktadır.


böyle bir uygulama tarihte yeniçerilik, lejyonerlik, samuraylık gibi devşirmeci sistemlerde görülmüştür. bu devşirme sistemlerinde kişilerin evlenmesi ve bir özel hayat kurması istenmezdi. gidişat, bir dur diyen olmazsa yeni bir devşirme sisteminin oluşması doğrultusunda. buradaki zayıf halka, başarıya güdülenmiş olmaktan kaynaklanıyor. çocuklarınızı, başarılı olsunlar derken birilerine köle yapmayın!

kendiniz bakabilecekseniz çocuk sahibi olun!


anneleri tarafından büyütülmeyen bebekler gelecekte ağır sorunları olan insanlar olacaklardır. bu gerçeği gecikmeden, acilen görmemiz gerekir. bebeklikte eksik annelik almış olmak insanın haset duygusunun çok yüksek olmasına ve ruhsal enerjinin de öfkeli bir içerik taşımasına yol açar. bu insan bütün hayatı boyunca bu ruhsal enerji ile ve kendisini yakan bir haset duygusuyla yaşamak zorunda kalacaktır. kendisi de dahil, yatırım yaptığı, sevdiği her varlığa bir yandan da öfke duyacaktır. sevdiklerine ve kendisine karşı evhamlı olacak, her an onlara kötü bir şey olacakmış korkusu ile yaşayacaktır, bunun nedeni, ruhsal enerjisinde sevgi kadar öfkenin de ağırlıkta olmasıdır. hasedi yüzünden yakın ilişki sürdüremeyecek, insanların iyiliğini isteyemediği için dostluk yapamayacaktır. hasedi olan insanlar, belli etmeseler de hayatın içine giremezler, dışarıdan seyrederler.


bir insanın ilerde nasıl birisi olacağının belirlendiği en önemli dönem, bebekliktir. bebeklerin nasıl olsa hiçbir şeyin farkında olmadıklarına ve ona kimin baktığının bir önemi olmadığına inanmak ya bebeklerinden sıkılan annelerin işine gelen tam bir kendini kandırmadır ya da büyük cehalettir. halbuki doğum sırasında anne karnındaki cennetten ayrılmış ve müthiş bir altüst yaşamış bebeğin annesinin kendisiyle ilişki kurmasına büyük bir ihtiyacı vardır. bebeğin ihtiyacı olan bütünleşme ilişkisini en iyi, onu doğuran anne kurar çünkü bebeği kendi parçası olarak algılamaya ve bebekle bütünleşmeye en uygun kişi, bebeği karnında taşımış olan kişidir. doğal olarak ve kendiliğinden, biyolojik anne, bebeği ile ilişki kurar; başka bir insan onun yerini tutamaz.

aşk evliliği isteyin. ruhsal olarak yatırım yapamayacağınız, bir süre sonra sıkılacağınız insanla evlenmeyin!
günümüz dünyasının en büyük kaybı, aşk ve sevgi döneminin bitmiş olmasıdır. insanlar eskiden birbirlerine büyük bir ruhsal yatırım yapar ve beraber bir hayat oluşturmaya, bu hayatı anlamlandırmaya ve beraber mutlu olmaya çalışırlardı. insanlar, mutluluğun ancak özel hayat alanında bulunabileceğini, bir sevgi ilişkisi oluşturmadan mutlu olunamayacağını bilirlerdi ve çocuklarını da ilerde bir sevgi ilişkisi oluşturabilecek ve sürdürebilecek şekilde yetiştirirlerdi; ağırlık, çocuğun başarılı olmasına verilmezdi. bugünün ailesi aşktan çok, iyi bir ortaklık olmaya çalışıyor. her iki tarafın da asıl amacı beraberce sosyal statülerini yükseltmek ve “başarı”. sevgi, yakınlık, cinsellik, beraber bir sevgi ortamı oluşturma, büyük bir bütünlüğün parçası olabilme gibi var oluşumuzun şekillendiği bebeklik ve çocukluk dönemlerinden getirdiğimiz bütün gerçek ihtiyaçlarımız özel hayat içerisinde karşılanır. bu ihtiyaçlar bizi hakiki bir insan yapar. günümüzde bunların yerine başkalarından üstün olmak, en iyi fotoğraf olmak, statü atlamak gibi narsisistik ihtiyaçları koyduk.


karıkoca olamamış, daha çok para kazanma ve kariyer peşinde koşan insanların çocuk sahibi olmaya kalkıştıklarını sıklıkla görmeye başladık. bu çiftler daha baştan, doğumdan 2-3 ay sonra işe dönmeyi ve bebeği bir bakıcıya bırakmayı planlayarak çocuk istiyorlar. bu insanların çocuğu, oluşturdukları fotoğrafın kusursuz olması için istedikleri, böylece eksiksiz olmayı hedefledikleri, aslında ilerde çocuğu olanlara özenmekten ve haset etmekten korunmaya çalıştıkları anlaşılıyor. çocuğa, sanki fotoğrafa eklenecek kıymetli bir tabloymuş, değerli bir aksesuarmış, portföyde bulunması gereken statü simgesi bir değermiş gibi yaklaşıldığını görmek insanı şaşırtıyor. bu insanlar her şeyi, birbirlerini, mutlaka en başta da kendilerini eşya ve oyuncak yerine koyuyorlar. bir insanın anneyle babayla nasıl bir süreçten geçerek insan olduğunu bilen birisi için, insanları çocuk sahibi olmaya güdüleyen en önemli sebebin eksiksiz bir fotoğraf oluşturma arzusu haline gelmesi, insanlık nereye gidiyor dedirten çok endişe verici bir gelişmedir.”