Odak Danışmanlık Film Analiz Grubu

Filmin Adı: 1883-Western

Sezon: 1.

Bölüm: 4.

Tür: Dram (2021)

Yönetmen/Senarist: Taylor SHERIDAN

Konu: Elsa bölümün açılışında üzerinde yürüdüğü toprakların nasıl bir yer olduğunu tanımlıyor: Normal doğa kanunlarına göre hareket etmeyen bir yer; güneş battığında soğumuyor. Tanrı henüz buranın nasıl bir yer olacağına karar vermemiş gibi… Bunları söylerken bu yer ile kendi ruhunun arayışı arasında paralellik kuruyor. Onun içinde olması gereken bir Elsa ile olabileceği bir Elsa var. Bu iki Elsa arasındaki savaşın bittiğini, kendini bulduğunu söylüyor bize. Bir insanın kendi doğrularına göre yaşaması ve dış dünyayı kendi gözleriyle görmesi çok önemlidir, ancak bir insanın bunları yapabilmesi için iç dünyasında çatışmaların azalmış olması, onu yöneten duygunun çıkarlarını değil sevgisini maksimize etmesinin gerekli olduğu unutulmamalıdır. 

Kendine pantolon diktiren Elsa’yı gören annesi durumdan pek hoşnut olmuyor. Sadece “aklına gelen en kötü fikir bu değil” diyor. Elsa insanın içinde sevgi uyandıran, canlı ve tüm bu özelliklerinin yanında kendi algısına göre hareket eden ve toplumun kurallarını önemsemeyen biri. Bir insanı bütünlüklü algılamaya başladığınızda hoşunuza gitmeyen taraflarını yok etmeye çalıştığınızda onu var eden tüm olumlu yönleri de yok etmeye başladığınızı anlarsınız. Elsa’nın annesi, kızını seven bir anne ve bu gerçeğin son derece farkında olarak davranıyor.

James, yapısıyla kız çocuğu için muazzam bir çekim oluşturuyor. Bu durumda Elsa babasına yönelmiş ve dişi olmaktan memnun. Annesini sevebildiği ve özdeşleşebildiği için ilerde benim de babam gibi bir erkeğim olsun, diyor. Babanın çekimi olmadığında, çok güçsüzse ya da hiç yoksa, kız çocuğu kadın olmaktan memnun hale gelemez. Oğlan çocuğunda olan kendisinin mahrum bırakıldığı penise hasedi olur ve kendisini eksik hisseder. Bu durumda erkek ile tamamlanmayı isteyen kadın ruhuna hiçbir zaman ulaşamaz. 

James nehirden geçeceklerini Elsa’ya haber vermeye gittiğinde Ellis’le öpüştüklerini görür. Ellis “Beni vuracak mısın?” diye sorar. Babanın bu durumda gösterdiği davranış örnek alınacak nitelikte. James’in dürtüsü kızına gitmediğinden, yani ana yatırımı karısına olduğundan kızını doğruda tutan, iyiliğini isteyen, seven biri olduğu gerçeği burada somut olarak görünüyor. Baba bir taraftan koruyor, ama deneyimden uzaklaştırmıyor. Elsa, Ellis’le öpüştüğü için “Bana kızdın mı?” diye sorunca ilk sorusu “Ondan hoşlanıyor musun?” oluyor. Elsa hoşlandığını söylediğinde “O zaman neden kızayım.” diyor. Baba, dürtü ve sevginin birleşmesi durumunda kimsenin buna söyleyebileceği bir şeyi olmayacağını söylemiş oluyor. Elsa “Anneme söyleyecek misin?” dediğinde “Ben söylemeyeceğim çünkü sen söyleyeceksin” diyerek kızıyla ittifak kurmuyor. 

Bu diyalogda dikkat çeken başka bir nokta da James’in “İşime geldiğinde sana yetişkin gibi davranıp endişelendiğim zaman çocuk gibi davranamam. Ya birisindir ya da diğeri.” demesi. Bu cümleden James’in hayatındaki en önemli önceliğin tutarlı olmak olduğunu anlıyoruz. Bir insanın özellikle eril enerjinin kendinden öncelikli beklentisi tutarlı olmaktır. Eğer işimize geldiği gibi bir durumda başka, bir durumda başka davranırsak bize kimse saygı duymaz, kimse bizi adam yerine koymaz. Biz kendimizce çıkarlarımızı maksimize ettik zannederken karşılığında bir bedel öderiz; hayat bomboş ve anlamsız hale gelir ayrıca kadınlar böyle bir adama âşık olmaz.

Naomi, Thomas’a yemek verdiğinde adam önce geri çeviriyor ve çocuklar için saklamasını söylüyor. Bu sahnede de dişiliğinden memnun bir kadının bir adama (eril enerjiye) yönelmesini izliyoruz. Thomas da gruptaki az sayıda yetişkin olmuş adamların yaptığı gibi kendi nefsini geri çekip, çıkarlarına uygun olup olmadığına bakmadan önce dezavantajlı olanların (kadın ve çocukların) ihtiyaçlarını önceliklendiriyor. Bu yaklaşımı içinde bir iyilik olduğunu ve gücünü de bu iyiliği hayata sokmak üzere kullandığını gösteriyor. Bir kadın erkeğin  gücüne  ve iyiliğine yönelir. Erkek sevgisini sorumluluk alarak, ailedeki en zayıfı koruyarak, adaletli bir sistem oluşturarak hayata sokarken, kadın da sevgisini hayatın kalitesini arttırarak yani yaşanabilen bir ortam oluşturarak, yemek yaparak, çocuklarının ve eşinin ihtiyaçlarını karşılayarak hayata sokar.

Thomas ile yüzbaşı arasında geçen göçmenlerle ilgili dikkat çekici bir diyalogda Yüzbaşı, “Bu insanların kendi başlarına karar vermesine hiç izin verilmemiş. Sonuçta hiç düşünemez olmuşlar. Geri dönmek için yalvarmamaları beni şaşırtıyor.” diyor. Dizinin başından beri Yüzbaşıyı, zor kararlar veren, insanların problemleriyle uyumlanmayan biri olarak görüyoruz. Bunu yaparken bu insanları küçümsemediğini aksine saygı duyduğunu anlıyoruz. 

Nehirden geçmek için vagonları hafifletmeleri gerektiğinde göçmenlerin sahip oldukları eşyalara bağımlılıkları ve koşulların gerçekliğine uygun davranamamaları da çocuksu yapılarını ele veriyor. Yüzbaşı, ödipal bir baba gibi davranıyor yani gerçekle ahenklenmelerini sağlamaya çalışıyor. Bu aşamada hayat gerçeği kendini nehir olarak dayatıyor yani doğa eninde sonunda insanı büyümeye zorluyor: “Eşyalarını” geride bırakamayacak kadar çocuksuysan ölürsün! 

Yaşadıkları koşullar çok acımasız, hayat gerçeği tüm ağırlığıyla tepelerinde, ölüm her an burunlarının dibinde. Çok ağır şeyler yaşıyorlar. Dizinin yönetmeni bile nehirden geçtikleri sahneleri Elsa’nın piyanoda çaldığı müzikle ve sahneleri bölerek yumuşatma ihtiyacı duymuş sanki… ama her şeye rağmen yaşıyorlar, gerçek anlamda canlılar. Bugün çoğumuz ağır durumlar karşısında korku, kaygı, üzüntü ya da öfke hissetmeyi taşıyamadığımız için kendimizi kapatmak durumunda kalıyoruz ve ruhsal olarak daha büyük zarar görüyoruz.

James’in nehirden gece geçmeleri gerektiğini fark edip karısını uyandırdığında Margaret hiç itiraz etmeden kalkıyor. Burada kocasının aldığı kararlara güvendiğini görüyoruz. James nehri geçen karısına gerekirse tüm eşyalardan vazgeçmesini söylüyor. Margaret oğlunu babaya vererek nehirden geçiyor. Birbirini seven iki yetişkin insanın zor bir durumun altından beraber nasıl kalktıklarına çok güzel bir örnek yaşanıyor.

Göçmenlerin nehirden geçmelerin yardım eden Margaret’in paniye kapılıp onu aşağıya çeken bir kadını bırakmak zorunda kaldığını görüyoruz. Önce bütün gücüyle çabalıyor, ama bir noktada bunu yapamayacağını anlayarak kadını bırakıyor. Kadının ölümü onu sarsıyor. Bu duygudan kurtulmaya çalışmıyor. Etrafındaki hiç kimse de yaşananları hafifletmeye kalkmıyor. Yüzeyselleşmeden yaşanan acının altından kalkılabilirse bu deneyim insanı büyütür ve iç dünyasını zenginleştirir. 

Bu bölüm, kendini bulma çabasını, kendi parçamız yapmadan birini nasıl sevilebileceğimizi, birbirini seven bir kadın erkeğin nasıl bir dünya oluşturduklarını bize anlatıyor.