Bir yaşantının anı olabilmesi için öncelikli koşul, kişinin bir benlik duygusu oluşturmuş olması, yani kendisini bir nesne olarak tanımlamayı öğrenmiş olmasıdır. Bir benlik bilinci olmadan tanımların yapılabileceği, durumların birbirinden ayrılabileceği kültürel bir çerçeve, dille ifade edilebilecek bir yaşantı oluşmaz.
Bebek, annesinin kendisiyle kurduğu ilişki sayesinde tamamen otistik bir var oluş durumundan dış dünyaya yönelir ve süreç içerisinde dünyanın bir parçası haline gelir. Bebeğin ayrışmamış ruhsal enerjisi, başlangıçta bütünüyle kendisindedir ve kendisi dışındaki dünyayla bir ilişkisi yoktur. Öte yandan, kendisinin de farkında değildir ve kendi gerçeğiyle de ilişkisi yoktur. Yeni doğanın kozası, annenin onunla kurduğu ilişki sonucunda ilk üç ay içinde kırılır ve annenin ilişki çabasına bebek de katılır.
Bebek, bu ilişki içerisinde bir kendilik duygusu oluşturur ve kendi gerçekliğiyle ilişki kurar; yani kendisiyle ilişki kurmayı annesinin onunla kurduğu ilişkiden öğrenir. Dış gerçeklikle kurulan ilişki zihnin oluşmasını sağlarken, iç gerçeklikle kurulan ilişki de kendilik duygusunun oluşmasını sağlar.